Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Ocak 2018 Pazartesi

Barselona 2017 - Yeme İçme Rehberi

Cases Antoni Rocamora

Biraz yoğunluktan, çokça da tembellikten Kasım' da gittiğimiz Barselona gezisinin yazısını yazmak şimdiye kadar sarktı. Yediklerimizin bizim olup; yalnızca gördüklerimizi anlatmaya gönlümüz razı olmadığından da "Barselona' da Yeme İçme" ile başlayıp; 2. bölümde görülecek yerlere geçeceğiz. Vira bismillah...

Kahvaltıcılar & Kahveciler


Milk, İrlandalı bir çift tarafından işletilen; her ne kadar kendisini kokteyl bar olarak adlandırsa da kahvaltısı daha da meşhur bir cafe/bar. İçeri girince ev sıcaklığındaki atmosferi dikkat çekiyor. Aslında objelerin çoğu rüküş görünme riski yaratacak kadar gösterişli ama çok iyi bir uyumla hem havalı hem de sıcak bir ambiyans yakalamayı başarmışlar. Hem küçük bir mekan olması hem de Barselona ile ilgili çoğu blogda kendisinden övgüyle söz edilmesi yüzünden yer bulmak problem olabilir; o yüzden biraz sıra beklemeye hazır gitmekte fayda var; biz şansımıza boş kalan son masayı kapabildik.


Milk Bar & Bistro

Milk Bar & Bistro

Barselona’ daki çoğu kahvaltıcıda olduğu gibi burada da poşe yumurtanın envai çeşidi mevcut. Poşe yumurta bizde menemen ya da sahanda yumurta kadar yaygın olmadığı için bilmeyen varsa, az sirke ilave edilmiş suya kırılarak pişirilen; bu sayede içi rafadan yumurtaya yakın kıvamda sıvı kalan bir pişirme yöntemi, İngilizcesi ise “poached egg”. Biz kızarmış ciabatta ekmeği üzerinde yengeç eti ve hollandaez soslu poşe yumurta, patates kızartması ve salatadan oluşan “Crab Benedict” söyledik. Hayatımda yediğim en iyi yumurta olabilir, yengeç eti yumurtaya müthiş yakışmış. Feta peyniri, kurutulmuş domates, soğan, roka ve taze krema ile yapılan vejetaryen omlet de iyiydi ve üç yumurtadan yapıldığı için daha doyurucuydu ama poşe yumurta kadar çarpıcı bir lezzet değildi.

Crab Benedict

Vejataryen Omlet

Son olarak da “penny farthing pancakes” denedik. Ürünle ilgisi olmasa da penny farthingin ne olduğunu siz de benim gibi merak ettiyseniz, daha çok siyah beyaz filmlerde gördüğümüz, Victorian dönemde ortaya çıkan ön tekerleği, arka tekerlekten çok daha büyük olan bisikletlermiş. Bu tarz bisikletleri artık görmememizin nedeni, zincir ve vites teknolojisinin gelişmesiyle aynı hıza ulaşmak için artık daha küçük tekerleklerin yeterli olması sayesinde, bu tehlikeli dizayna ihtiyaç duyulmamasıymış. Biz penny farthing pancakese dönersek, muz, ceviz, vanilyalı Yunan yoğurdu (bizim yoğurttan daha yoğun ve kremamsı) ve maple (akçaağaç) şurubu ile servis edilen pancake çok başarılıydı. İkincisini istememe nedenimiz, günün geri kalanı için de tatlıya yer ayırmaktı. Sonuç olarak çok memnun kaldığımız bu kahvaltı için, 4 kişi 39 Euro hesap verdik, TL olarak bakınca pahalı ama Barselona standardında çok da yüksek bir hesap değildi.

İşte Penny Farthing

Penny Farthing Pancake

Hesabı ödemeden evvel cami avlusundaydık :)

Travel & Cake, Cup & Cake ve Brunch & Cake gibi 4 kardeşi daha olan bir cafe zincirinin halkası. Hatta biz de ilk olarak Brunch & Cake’ e gidip yer bulamayınca 4-5 blok ötedeki Travel & Cake’ e gittik. Yeterince “&” işareti kullandığımıza göre, mekanla ilgili izlenimlerimize geçebiliriz. Burası da Barselona’ da gittiğimiz çoğu mekan gibi oldukça sevimli bir dekorasyona sahip; açık tonlardaki renkler ferahlık vermiş. Tabi bizim derdimiz, nerede oturduğumuzdan ziyade, ne yediğimiz olduğu için bu kısmı fazla uzatmadan yediklerimize geçelim.



Travel & Cake

Spoiler gibi oldu biraz :)

Her ne kadar bu zincirin sloganı “In grandmothers we trust” olsa da, özellikle sunum kısmında çok yenilikçiler. “The full veggie”, sahanda yumurta, hellim, guacamole (avakado bazlı bir çeşit dip sos), feta peyniri ve tortilladan oluşuyor. Bize Miami’ de yediğimiz Meksika usulü kahvaltıları andırsa da sunum kısmı çok daha başarılıydı. Lezzet olarak da kesinlikle çok iyiydi. “Matcha pancakes” ise adından anlaşılacağı üzere yeşil çaydan yapıldığı için koyu yeşil renkli. Muz ve armudun yanında fıstık, granola ve “nicecream” olarak adlandırdıkları muz ve kakaolu bir kremayla sunuluyor. Pancake hamuru şekersiz hazırlandığından nispeten sağlıklı sayılabilir, hem de lezzetten hiç ödün verilmemiş. Çoğu ürünleri gibi kahveleri de organikti, gerçi inorganik olanla farkını söyleyebileceğimden emin değilim. 



Organik Latte (Zaten renginden belli :))

Sunum gibi sunum

Hayır, kürek sizde kalamaz..

Matcha Pancakes

Yanal kesit + memnun müşteri Billur

Sonuç olarak buradan da memnun ayrıldık. Tıka basa doymadan, 4 kişi 50 Euro hesap verdik, Barselona standardında bile ucuz sayılamayacak bir yer ama pişman olmadık.

Alsur Cafe, diğer iki cafeden farklı olarak önceden belirlemediğimiz bir lokasyondu. Biz Lluria şubesine gittik ama şehirde iki ayrı şubesi daha var. Hızlı bir kahvaltı için civardaki mekanlara bakarken, Foursquare ve Facebook puanına göre sıralayarak burayı bulduk. Burası da kahvaltı için olduğu kadar, bar olarak da iddialı bir yer çıktı, fena olmayan bir craft bira menüsü de vardı. 


Alsur Cafe

Alsur Cafe

Alsur Cafe

Burada da tatlı patatesli poşe yumurta ve “pastia de red vellet” denen üzeri kremalı bir çeşit kek denedik. Kek fena değildi ama çok uçuran bir lezzeti de yoktu. Poşe yumurta yine bizi mahcup etmedi, tatlı patatesle uyumu da çok başarılıydı. Yanında çay/kahve ile 4 kişi için 30 Euro hesap geldi ama yediğimiz miktar diğer mekanlardan az olduğu ve lezzet olarak yakalayamadığı için fiyat/performans dengesinde Milk’ i yerinden oynatamadı.

Pastia de Red Vellet

Pastia de Red Vellet

Tatlı patatesli poşe yumurta

Nomad Coffee, Barselona’ nın en iyi kahvecilerini sıralayan çoğu listede en üst sırada yer alıyor. Dekorasyonu ve hipster baristalarıyla tam bir 3. nesil kahveci. Oturacak masa filan yok, bar kenarında birkaç tabure ile duvar dibinde birkaç bank var sadece ama kahve işini gerçekten ciddiye alıyorlar. Fark yaratmanın daha zor olduğu latteleri bile kendini belli ediyor. Instagramlık bir pasajın içinde yer alan kahveci her gün açık değil, o yüzden gitmeden kontrol etmekte fayda var. 


Nomad Coffee

Nomad Coffee

Nomad Coffee


Biz ilk gittiğimizde kapalı olduğunda, pasajın sokak cephesinde sevimli bir mekan olan Casa Lolea’ ya oturmuştuk. Orada sadece kahve içsek de diğer masalarda yemek yiyenler hallerinden memnun görünüyordu, sosyal medyada puanları da hayli yüksek; Nomad’a gitmişken oraya da bir şans verilebilir.


Casa  Lolea

Hofmann Pastisseria, restoran ve prestijli bir yemek okulu da bulunan grubun pastanesi. Açıkçası burasını da Barselona’ ya gitmeden önce listemize almamıştık ama biraz tesadüfen başka bir bloğun storylerinde rastlayıp, kruvasanlarından çok etkilenip koşturarak gittik. Basilica of Santa Maria del Mar’ı dönünce karşınıza sağlı sollu sevimli cafe ve restoranlarla Paseo del Born çıkıyor, Hofmann da bu caddeye açılan küçük bir sokak olan Carrer Flassaders 44’ da bulunuyor. Kruvasan en sevdiğim pastane ürünleri arasında yer almasa da buranın el yapımı kruvasanları 2010’da İspanya’ nın en iyisi seçilmiş. Biz beyaz kremalı ve maskarponlu çeşitlerini denedik. Hamuru çok başarılı olduğu için ikisi de fazlasıyla iyiydi ama özellikle maskarponlu olan kruvasana bakışımı değiştirdi. Tanesi 2,50 Euro, TL olarak belki pahalı ama bu paraya Türkiye’de de satıyor olsalar, arada bir kendimi şımartmak için giderdim J.

Hofmann Pastisseria

Hofmann Pastisseria

Gracia bölgesinde, pek de turistik olmayan sakin bir sokakta yer alan Mama’s Cafe, Park Güell’ den güneye doğru yürürken soluklanmak için bir yer ararken karşımıza çıktı. Açıkçası sıcak bir şey içmek için otursak da küçük yerel üreticilerin biralarını görünce biraya yöneldik. İştah açıcı organik yiyecekleri görünce pek aç olmasak da yanına da sandviç söyledik. Hem yediklerimizden hem de içtiklerimizden memnun kaldık. Zaten biz mekanı bilmeden otursak da, turistik olmayan konumuna rağmen pek çok blogda kendisi hakkında hayli olumlu yorumlar yazılmış. Fiyatları da merkezdeki cafelere göre biraz daha uygundu, Park Güell’ den yüreyerek dönecek olursanız, yol üstü durak olarak listenize yazabilirsiniz.

Mama's

Mama's 
Mama's




Restoranlar

İlk akşam yemeği için Cerveceria Catalana’yı tercih etmemizin nedeni otelimize çok yakın olmasından ziyade kendisi hakkında pek çok farklı kaynaktan çok olumlu yorumlar okumuş ve duymuş olmamızdı. Burası hayli popüler bir tapas barı ve tahmin edileceği üzere her türlü tapas ve montaditosu (ekmek üzerinde malzemeler olan bir nevi açık sandviç) bulmak mümkün. Popüler olduğundan masa için bekleme listesine isim yazdırıp 1 saat civarı beklemek gerekebiliyor. Tapasların hazırlandığı karşılıklı iki tezgahın önündeki bar taburelerinde oturmak için ise listeye gerek yok boşalan yere ilk ulaşan oturuyor ve sirkülasyon daha hızlı. Hem de her türlü ürün sizin önünüzden geçtiği için listede fark etmediğiniz bir çeşidi görüp denemek de mümkün olabilir ama biz dört kişi olduğumuzdan tercih edemedik, iki kişi gelenler için daha ideal bir seçim olabilir.

Cerveceria Catalana

Cerveceria Catalana

Cerveceria Catalana

Tapaslar arasında en popüler olanı ve en çok tüketileni muhtemelen “patatas bravas” yani Türkçesiyle “bravo patates” J.  Aslında olabilecek en basit çeşit de bu zira bu popüler arkadaş “alioli” denilen mayonez benzeri bir sos ve “salsa bava” denilen az acılı domates ve sarımsaklı bir sosla sunulan patates kızartması. Lezzetli mi tabi ki lezzetli, bildiğimiz patates kızartmasından farkı var mı, küp şeklinde kızartılması dışında biz bir fark göremedik. Tabi 1 saat sıra bekledikten sonra ilk anda cennet meyvesi gibi gelmedi diyemeyiz J. Tabi bir diğer klasik de “ pan con tomate” yani domatesli ve sarımsaklı ekmek.


Pan Con Tomate ve Patatas Bravas aynı karede

Buranın spesiyallerinden biri de küçük porsiyonlarda servis edilen “beef tenderloin” yani dana bonfile. Nasıl pişsin diye  sormuyorlar ama tahminim “medium” pişiriyorlar ki bu da Türkiye standardında “medium-rare” e yakın bir seviyeye tekabül ediyor. İçinin gayet kanlı olması biraz kızları rahatsız etse de, lezzeti muazzamdı, daha bitmeden ikinci tabağı söyledik.
Kalamar da gayet lezzetliydi zaten maalesef nerede yesek cennet vatanda yediğimizden daha iyi oluyor kalamar. Bir diğer tercihimiz de “keçi peynirli sıcak escalivada” oldu. Escalivada kızarmış sebzelerle yapılan bir Katalan yemeği. Üzerinde keçi peyniri ile de ilginç bir sunum olmuş. İyiydi ama süper de diyemem. Bifteği saymazsak tapaslar arasında en beğendiğimiz badem kaplanarak kızartılmış ve üzerinde reçelle sunulan keçi peyniri oldu, akılda ve damakta kalıcı bir lezzetti.

Badem Kaplı Kızarmış Keçi Peyniri

Kalamar

Keçi Peynirli Sıcak Escalivada

Beef Tenderloin

Her ne kadar Cerveceria Catalana, “Katalan Birahanesi” anlamına gelse ve fena olmayan bir bira menüsü olsa da biz bu yediklerimizin yanında bir şişe cava yani İspanyol proseccosu tercih ettik. Hesap da 4 kişi için 60 Euro geldi ki yediklerimizin miktar ve kalitesine göre gayet makuldü.


Makamaka ismini bir Japon adult manga serisinden alan, Barceloneta bölgesinde bir beach burger bar. Henüz 5 yıl önce kurulmasına rağmen şehirdeki en popüler mekanlardan biri olmuş. Muhtemelen yazın deniz kenarındaki bahçesiyle daha da güzel oluyordur ama sörf ve beach club temalı iç mekanı da sevdik. 

Makamaka

Makamaka

Hamburger olarak öncelikle bizi ismiyle cezbeden Arjantin usulü acılı hamburger köftesi, bufalo mozzarella, patlıcan, kurutulmuş domates, roka ve chimichurri sosla (Arjantin ve Uruguay’ a özgü sarımsak, maydanoz, kekik, çiçek yağı ve beyaz sirke ile yapılan ve genelde etle tüketilen bir sos) servis edilen “Maradona” yı tercih ettik. Çok beğendik, köftesi nefisti; keza diğer malzemeler ve kendi yaptıkları ekmekleri de lezzeti tamamlıyordu. Tabi hamburgeri de bütün olarak tamamlayan sarımsaklı ve parmesanlı patates kızartmasıydı.

Makamaka 
Maradona Burgerler



Parmesanlı ve Sarımsaklı Patates

Biz her ne kadar hamburger ile uyumu nedeniyle yanında bira tercih etsek de, müdavimleri buraya hamburger kadar kokteylleri için de geliyormuş. Mekanın iki sahibinden biri olan Andrea, burayı açmadan önce kokteyl dünyasında tanınan bir barmenmiş. Diğer patron Steef’ in tecrübeli bir mimar olması da dekorasyonu neden sevdiğimizi açıklıyor. Fiyatlara geçersek hamburgerler 7-11 Euro, kokteyller 8-9 Euro, biralar da 3-4 Euro arasında değişiyor. 


Sports Bar, Barselona’ya gelmeden önce araştırırken herhangi bir blogda ya da sitede karşıma çıkmamıştı. Zaten pek turistik bir mekan değil, garsonların İngilizcesi bile çoğu mekanın aksine pek iyi değil. Barselona dörtlümüzden Onur buraya birkaç kez gelip çok memnun kaldığı için bizi götürdü, şansımıza birkaç senedir Barcelona’ da yaşayan Cengizhan da bizimle gelince iletişim konusunda hiç sorun yaşamadık. Zaten mekana girince Galatasaray amblemini görmemizle bir anda kanımız ısınmıştı.

Sports Bar

Sports Bar

Sports Bar

Napolili bir ailenin işlettiği bu mekanın özelliği yaptıkları nefis Napoliten pizzalar. Biz tattığımız iki çeşitten de çok memnun kaldık. Özellikle metrelik etli ekmek gibi gelen 80 cm lik versiyon hem gözümüzü, hem de karnımızı doyurdu. Üstüne tattığımız tiramisunun da bir İtalyanın elinden çıktığı belliydi. Fiyatlar da makul olunca, epey memnun ayrıldık.

İtalyan Hasan Kolcuoğlu :)

Mozarella Pizza

Sports Bar

El Nacional’ i yukarıda bahsettiğim Barselona’ da yaşayan arkadaşımız tavsiye etti. Burası Barselona’ nın en ünlü caddesi Passeig de Gracia üzerinde yer alan ve 700 kişi kapasiteli devasa bir mekan olsa da gelmeden önce hakkında bir şey okumamıştık. Aynı kapalı ve yüksek tavanlı alan içinde, farklı konseptlerde restoranlar barındıran mekanın tarihçesi de ilginç. Kafe- tiyatro olarak inşa edildikten sonra, kumaş boya fabrikasına; 1930larda da araba galerisine dönüşmüş. Sonrasında uzun yıllar otopark olarak kullanıldıktan sonra ise bu şık restoran kompleksine dönüşecek şekilde yeniden inşa edilmiş. Yine ilk inşa edildiği amaca benzer bir yere dönüşmesi enteresan bir döngü oluşturmuş.

El Nacional 
El Nacional
İçeri girdikten sonra her restoranın önünde pek de kısa olmayan kuyruklar vardı. Biz tapas restoranında karar kıldık. Mekanın büyüklüğü sayesinde beklediğimizden kısa sürede masaya geçebildik. Burada konsept şu şekilde işliyor, sipariş verebildiğiniz birkaç yemek olsa da çoğu tapas mutfaktan büyük bir tepsi ile çıkıyor ve siz hoşunuza giderse garson önünüzden geçerken isteyebiliyorsunuz. Bu şekilde olması benim daha çok hoşuma gitti, hem oturunca açlığınızı bastırmak için fazla beklemeniz gerekmiyor, hem de ilk anda aklınıza gelmeyecek çeşitleri deneyebiliyorsunuz. 

El Nacional

El Nacional 
El Nacional



El Nacional

Burada da başlangıcı patatas bravas ile yaptık. Devamında paella geldi, güzeldi ama biraz fazla deniz kokuyordu; o yüzden kızların pek ilgisini çekemedi. Kızarmış tavuğu baya sevdik, ikinci turunda da aldık. Keza peynir tabağı tabağı da iyiydi.

Her zaman patatas bravas

Deniz Ürünlü Paella

Yerel Peynir Tabağı

Kızarmış Tavuklar

Şimdi adını hatırlayamadığım birkaç çeşit daha denedikten sonra, tatlı olarak bir Barselona klasiği olan ve benim ilk Barselona gezimizden beri adını sayıkladığım “crema catalana” aldık. Görüntü olarak “creme brulee” yi andıran bu tatlının içeriği de süt, yumurta ve şeker olarak Fransız kardeşi ile aynı ve yine benzer şekilde seramik kapta servis ediliyor. Aralarındaki fark ise creme brulee de krema bulunurken, bunun yerime creme catalana da mısır unu var. Keza pişirilirken de creme brulee, bain-marie (benmari) yöntemiyle su dolu bir kapın içine oturtularak kısık ateşte pişirilirken, crema catalana kısık ateşte karıştırılarak pişiriliyormuş. Gittiğimiz mekanlar arasında en lüksü burası olduğu için, en yüksek hesabı da burada verdik; 4 kişi için 87,5 Euro ama değerdi.

Crema Catalana
Yemek yemek ciddi bir iştir!

Gece Hayatı

Barselona’da gerçekten çok iyi barlar var ve kokteyl işini oldukça ciddiye almışlar. Bunlar arasında en tanınmışı, en iyilik tartışmalı olsa da global listelerde en yukarıda kendine yer bulanı Dry Martini. En iyiler arasında derken şöyle açıklayayım, bu konuda en geçerli otoritelerden biri olan Drinks International’ ın listesinde dünyada 6. ve Avrupa’ da 1. sırada yer alıyor; aynı zamanda dünyanın en iyi 3. cin barı. Barselona’ daki barın bu başarısından sonra İspanya’ da ve yurt dışında pek çok şube de açmışlar. Bu arada Barselona’ daki barın hemen yakınlarında bir de akademisi var. Burada da kokteyl ile ilgili eğitimler veriyorlar; tabi aynı zamanda bar olarak da müşterilere hizmet veriyor.

Dry Martini The Academy


Biz barı ararken, ilk olarak yanlışlıkla Akademi kısmına gittik. Henüz saat de İspanya standartlarında bara gitmek için erken sayılacak 23:00 olduğundan kimse yoktu. Cool olduğu kadar sempatik de olan barmen hem bizimle fotoğraf çektirdi; hem de istediğimiz zaman gelip beraber kokteyl yapmak için davet etti. Biz buradan bara geçtik ama 2 saat sonra dönüşte önünden geçerken biraz önce boş olan akademinin de hıncahınç dolu olduğunu gördük.

Dry Martini The Academy
Bara geçince ilk dikkatimizi çeken yaş ortalamasının yüksekliği oldu. Hem barmenlerin, hem de müşterilerin yaş ortalaması 40-50 arasındaydı. Özellikle barmenler beyaz ceketleriyle de birlikte bir James Bond filminden fırlamış gibiydi. Mekanın ahşap, deri ve pirinç ağırlıklı İngiliz tarzı dekorasyonu da bu algıyı güçlendiriyordu.

Dry Martini

Dry Martini

Dry Martini

Fotoğraf alıntı ama abi biz gittiğimizde de mekandaydı

30 yıl önce açıldığında yalnızca mekana adını veren ve tarifi hala barın arkasında yazılı olan “dry martini”yi servis etseler de şimdi hayli geniş ve yaratıcı bir menüleri var. Mekanın kurucusu Javier de las Muelas’ ın yaratıcılığını konuşturduğu “excentric” ve “signature” menülerindeki kokteyllerin içeriği kadar sunumu da etkileyici. Biz bu eksantrik kokteyllerden “The Pipe” ı tercih ettik. İçeriğinde Glenmorangie viski, beyaz kakao kreması, Gran Lusso martini, 16 yıllık Lagavulin, Van Gogh Absinthe Droplets ve Indian Spices Droplets bulunan ve yakılıp tütsülenerek cam bir piponun içinde servis edilen kokteyl şimdiye kadar tattığım kesinlikle en ilginç kokteyldi. Hayli sert olduğu ve baskın absint aroması içerdiği için tadının favorilerim arasına girdiğini söyleyemem ama sunumunun yaratıcılığı için bile sipariş edilmeyi hakederdi. Bu ilginç kokteyllerin profesyonel fotolarının da olduğu içerik için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

http://www.drymartiniorg.com/signature-excentric-cocktails/?lang=en

Dry Martini

"The Pipe"ımı yudumlarken..:)

Bir kadeh kokteyl için 10-15 Euro kesinlikle ucuz değil ama burası da hayli high-end bir bar o yüzden fiyatlar çok şaşırtıcı değil. Sadece o ambiyansı görüp birer kadeh tatmak için bile olsa kesinlikle gelinmesini tavsiye edeceğim bir bar.

Keşke fotoğrafı ütüyle çekmeseymişiz

Paradiso, dışarıdan özellikle İtalya’ da yaygın olan şarküteri barı andıran zaten iç duvarında pastrami bar yani pastırma barı yazan bir mekan. Pastırmaları çok övülse de, bizim geliş amacımız tamamen farklı. Tezgahın yanındaki buzdolabı kapağını açınca, karşımıza kalın bordo perdeler onun arkasında ise ödüllü barmen Giacomo Giannotti’ye ait Barcelona’ nın en iyi kokteyl barlarından biri çıkıyor. Parola ya da bu şekilde gizli bir geçitle girilen barlar dünyada son zamanlarda neredeyse bir trend oluşturacak kadar yaygınlaştı, muhtemelen Türkiye’ de en bilineni de Pizza Emirgan’ ın gizli! barı “Gizli Kalsın”. Buranın gizliliği de aynı ölçüde tartışmalı zira hakkında CNN ve The Times’ın internet sitelerinde yayınlanmış yazılar var.

Dışarıdan klasik bir şarküteri barı

Paradiso

Paradiso

İşte o gizli giriş
Bara dönersek loş ve şık bir ambiyansı var ama Dry Martini kadar sofistike görünmüyor. Daha rahat ve kasmayan bir havası var. Kokteyl konusunda hangisinin daha iyi olduğunu söylememiz zor ama burada denediğimiz kokteyller damak tadımıza daha çok hitap etti. Özellikle “ The Great Gatsby” ve “Caribbean Nights”ı beğendik. Fiyatlar da Dry Martini’ den bir tık daha ucuz, kokteyller 10-12 Euro arasında değişiyor.

Caribbean Nights

The Great Gatsby

Adını hatırlayamadık senin de kusura bakma
Muhtemelen bu gizli barların bu kadar yayılmasının önemli nedenlerinden biri herkesin bilmediği ya da giremediği bir yere gitmenin insanın kendisini iyi hissetmesini sağlaması. Bizim bu yaşadığımız tatmini azaltan ise bunları yazmadan hemen önce okuduğum bir yazıdan lavaboyu aşağı itince aynanın arkasından açılan gizli bir geçitle bir iç odaya geçildiğini öğrenmek oldu. Inception misali gizli geçit içinde gizli geçit; artık onu denemeyi bir dahaki seyahate bırakmak zorunda kaldık, bizden önce giderseniz siz deneyip bizimle izlenimlerinizi paylaşırsınız.

Paradiso 
Paradiso


Barselona’ daki son gecemizde şehrin en ünlü caz kulübü olan Harlem Jazz Club’ a gittik. Bizim gittiğimiz akşam “Blues Jam Session” vardı, çıkan gruba göre konser için adam başı 6-12 Euro alıyorlar. 300 kişilik diye geçiyor ama oturacak yer bundan çok daha az, o yüzden program başlamadan önce biraz erken gidip iyi bir yer kapmak mantıklı bir tercih olabilir. Biz çok yol ağzı bir yere tabure koymak zorunda kalınca sürekli gelip geçenlerden dolayı konserden aldığımız keyif biraz azaldı.

Harlem Jazz Club

Bu kadar ara vermeden yazmayı umduğum ikinci bölümde Dan Brown’ un son kitabı “Başlangıç”ın da büyük kısmına da ev sahipliği yaptığı için popülerliği daha da artan Barselona’nın gezilecek/görülecek yerleri ve tabi ki Gaudi’nin dehasıyla devam edeceğiz…