|
Cases Antoni Rocamora |
Biraz yoğunluktan, çokça da tembellikten Kasım' da gittiğimiz Barselona gezisinin yazısını yazmak şimdiye kadar sarktı. Yediklerimizin bizim olup; yalnızca gördüklerimizi anlatmaya gönlümüz razı olmadığından da "Barselona' da Yeme İçme" ile başlayıp; 2. bölümde görülecek yerlere geçeceğiz. Vira bismillah...
Kahvaltıcılar & Kahveciler
Milk, İrlandalı bir
çift tarafından işletilen; her ne kadar kendisini kokteyl bar olarak adlandırsa
da kahvaltısı daha da meşhur bir cafe/bar. İçeri girince ev sıcaklığındaki
atmosferi dikkat çekiyor. Aslında objelerin çoğu rüküş görünme riski yaratacak
kadar gösterişli ama çok iyi bir uyumla hem havalı hem de sıcak bir ambiyans
yakalamayı başarmışlar. Hem küçük bir mekan olması hem de Barselona ile ilgili
çoğu blogda kendisinden övgüyle söz edilmesi yüzünden yer bulmak problem
olabilir; o yüzden biraz sıra beklemeye hazır gitmekte fayda var; biz şansımıza
boş kalan son masayı kapabildik.
Son olarak da “penny farthing pancakes” denedik. Ürünle ilgisi
olmasa da penny farthingin ne olduğunu siz de benim gibi merak ettiyseniz, daha
çok siyah beyaz filmlerde gördüğümüz, Victorian dönemde ortaya çıkan ön
tekerleği, arka tekerlekten çok daha büyük olan bisikletlermiş. Bu tarz
bisikletleri artık görmememizin nedeni, zincir ve vites teknolojisinin
gelişmesiyle aynı hıza ulaşmak için artık daha küçük tekerleklerin yeterli
olması sayesinde, bu tehlikeli dizayna ihtiyaç duyulmamasıymış. Biz penny
farthing pancakese dönersek, muz, ceviz, vanilyalı Yunan yoğurdu (bizim
yoğurttan daha yoğun ve kremamsı) ve maple (akçaağaç) şurubu ile servis edilen
pancake çok başarılıydı. İkincisini istememe nedenimiz, günün geri kalanı için
de tatlıya yer ayırmaktı. Sonuç olarak çok memnun kaldığımız bu kahvaltı için,
4 kişi 39 Euro hesap verdik, TL olarak bakınca pahalı ama Barselona
standardında çok da yüksek bir hesap değildi.
Her ne kadar bu zincirin sloganı “In grandmothers we trust” olsa
da, özellikle sunum kısmında çok yenilikçiler. “The full veggie”, sahanda
yumurta, hellim, guacamole (avakado bazlı bir çeşit dip sos), feta peyniri ve
tortilladan oluşuyor. Bize Miami’ de yediğimiz Meksika usulü kahvaltıları
andırsa da sunum kısmı çok daha başarılıydı. Lezzet olarak da kesinlikle çok
iyiydi. “Matcha pancakes” ise adından anlaşılacağı üzere yeşil çaydan yapıldığı
için koyu yeşil renkli. Muz ve armudun yanında fıstık, granola ve “nicecream”
olarak adlandırdıkları muz ve kakaolu bir kremayla sunuluyor. Pancake hamuru
şekersiz hazırlandığından nispeten sağlıklı sayılabilir, hem de lezzetten hiç
ödün verilmemiş. Çoğu ürünleri gibi kahveleri de organikti, gerçi inorganik
olanla farkını söyleyebileceğimden emin değilim.
Sonuç olarak buradan da memnun
ayrıldık. Tıka basa doymadan, 4 kişi 50 Euro hesap verdik, Barselona standardında
bile ucuz sayılamayacak bir yer ama pişman olmadık.
Burada da tatlı
patatesli poşe yumurta ve “pastia de red vellet” denen üzeri kremalı bir çeşit
kek denedik. Kek fena değildi ama çok uçuran bir lezzeti de yoktu. Poşe yumurta
yine bizi mahcup etmedi, tatlı patatesle uyumu da çok başarılıydı. Yanında
çay/kahve ile 4 kişi için 30 Euro hesap geldi ama yediğimiz miktar diğer
mekanlardan az olduğu ve lezzet olarak yakalayamadığı için fiyat/performans
dengesinde Milk’ i yerinden oynatamadı.
|
Pastia de Red Vellet |
|
Pastia de Red Vellet |
|
Tatlı patatesli poşe yumurta |
Nomad Coffee, Barselona’ nın
en iyi kahvecilerini sıralayan çoğu listede en üst sırada yer alıyor.
Dekorasyonu ve hipster baristalarıyla tam bir 3. nesil kahveci. Oturacak masa
filan yok, bar kenarında birkaç tabure ile duvar dibinde birkaç bank var sadece
ama kahve işini gerçekten ciddiye alıyorlar. Fark yaratmanın daha zor olduğu
latteleri bile kendini belli ediyor. Instagramlık bir pasajın içinde yer alan
kahveci her gün açık değil, o yüzden gitmeden kontrol etmekte fayda var.
|
Nomad Coffee |
|
Nomad Coffee |
|
Nomad Coffee |
Biz
ilk gittiğimizde kapalı olduğunda, pasajın sokak cephesinde sevimli bir mekan
olan Casa Lolea’ ya oturmuştuk.
Orada sadece kahve içsek de diğer masalarda yemek yiyenler hallerinden memnun
görünüyordu, sosyal medyada puanları da hayli yüksek; Nomad’a gitmişken oraya
da bir şans verilebilir.
|
Casa Lolea |
Hofmann
Pastisseria, restoran ve prestijli bir yemek okulu da bulunan grubun
pastanesi. Açıkçası burasını da Barselona’ ya gitmeden önce listemize
almamıştık ama biraz tesadüfen başka bir bloğun storylerinde rastlayıp,
kruvasanlarından çok etkilenip koşturarak gittik. Basilica of Santa Maria del
Mar’ı dönünce karşınıza sağlı sollu sevimli cafe ve restoranlarla Paseo del
Born çıkıyor, Hofmann da bu caddeye açılan küçük bir sokak olan Carrer
Flassaders 44’ da bulunuyor. Kruvasan en sevdiğim pastane ürünleri arasında yer
almasa da buranın el yapımı kruvasanları 2010’da İspanya’ nın en iyisi
seçilmiş. Biz beyaz kremalı ve maskarponlu çeşitlerini denedik. Hamuru çok
başarılı olduğu için ikisi de fazlasıyla iyiydi ama özellikle maskarponlu olan
kruvasana bakışımı değiştirdi. Tanesi 2,50 Euro, TL olarak belki pahalı ama bu
paraya Türkiye’de de satıyor olsalar, arada bir kendimi şımartmak için giderdim
J.
Restoranlar
İlk akşam yemeği için
Cerveceria Catalana’yı tercih etmemizin nedeni otelimize çok yakın
olmasından ziyade kendisi hakkında pek çok farklı kaynaktan çok olumlu yorumlar
okumuş ve duymuş olmamızdı. Burası hayli popüler bir tapas barı ve tahmin
edileceği üzere her türlü tapas ve montaditosu (ekmek üzerinde malzemeler olan
bir nevi açık sandviç) bulmak mümkün. Popüler olduğundan masa için bekleme
listesine isim yazdırıp 1 saat civarı beklemek gerekebiliyor. Tapasların
hazırlandığı karşılıklı iki tezgahın önündeki bar taburelerinde oturmak için
ise listeye gerek yok boşalan yere ilk ulaşan oturuyor ve sirkülasyon daha
hızlı. Hem de her türlü ürün sizin önünüzden geçtiği için listede fark etmediğiniz
bir çeşidi görüp denemek de mümkün olabilir ama biz dört kişi olduğumuzdan
tercih edemedik, iki kişi gelenler için daha ideal bir seçim olabilir.
|
Cerveceria Catalana |
|
Cerveceria Catalana |
|
Cerveceria Catalana |
Tapaslar arasında en popüler olanı ve en çok tüketileni
muhtemelen “patatas bravas” yani Türkçesiyle “bravo patates” J. Aslında olabilecek en basit çeşit
de bu zira bu popüler arkadaş “alioli” denilen mayonez benzeri bir sos ve “salsa
bava” denilen az acılı domates ve sarımsaklı bir sosla sunulan patates
kızartması. Lezzetli mi tabi ki lezzetli, bildiğimiz patates kızartmasından
farkı var mı, küp şeklinde kızartılması dışında biz bir fark göremedik. Tabi 1
saat sıra bekledikten sonra ilk anda cennet meyvesi gibi gelmedi diyemeyiz J. Tabi bir diğer klasik de “ pan con tomate” yani domatesli ve sarımsaklı
ekmek.
|
Pan Con Tomate ve Patatas Bravas aynı karede |
Buranın spesiyallerinden biri de küçük porsiyonlarda
servis edilen “beef tenderloin” yani dana bonfile. Nasıl pişsin diye sormuyorlar ama tahminim “medium” pişiriyorlar
ki bu da Türkiye standardında “medium-rare” e yakın bir seviyeye tekabül
ediyor. İçinin gayet kanlı olması biraz kızları rahatsız etse de, lezzeti muazzamdı,
daha bitmeden ikinci tabağı söyledik.
Her ne kadar Cerveceria Catalana, “Katalan Birahanesi”
anlamına gelse ve fena olmayan bir bira menüsü olsa da biz bu yediklerimizin
yanında bir şişe cava yani İspanyol proseccosu tercih ettik. Hesap da 4 kişi
için 60 Euro geldi ki yediklerimizin miktar ve kalitesine göre gayet makuldü.
Makamaka ismini bir Japon adult manga serisinden alan,
Barceloneta bölgesinde bir beach burger bar. Henüz 5 yıl önce kurulmasına
rağmen şehirdeki en popüler mekanlardan biri olmuş. Muhtemelen yazın deniz
kenarındaki bahçesiyle daha da güzel oluyordur ama sörf ve beach club temalı iç
mekanı da sevdik.
Biz her ne kadar hamburger ile uyumu nedeniyle yanında
bira tercih etsek de, müdavimleri buraya hamburger kadar kokteylleri için de
geliyormuş. Mekanın iki sahibinden biri olan Andrea, burayı açmadan önce
kokteyl dünyasında tanınan bir barmenmiş. Diğer patron Steef’ in tecrübeli bir
mimar olması da dekorasyonu neden sevdiğimizi açıklıyor. Fiyatlara geçersek
hamburgerler 7-11 Euro, kokteyller 8-9 Euro, biralar da 3-4 Euro arasında
değişiyor.
Napolili bir ailenin işlettiği bu mekanın özelliği
yaptıkları nefis Napoliten pizzalar. Biz tattığımız iki çeşitten de çok memnun
kaldık. Özellikle metrelik etli ekmek gibi gelen 80 cm lik versiyon hem gözümüzü,
hem de karnımızı doyurdu. Üstüne tattığımız tiramisunun da bir İtalyanın
elinden çıktığı belliydi. Fiyatlar da makul olunca, epey memnun ayrıldık.
|
El Nacional |
|
El Nacional |
İçeri girdikten sonra her restoranın önünde pek de kısa
olmayan kuyruklar vardı. Biz tapas restoranında karar kıldık. Mekanın büyüklüğü
sayesinde beklediğimizden kısa sürede masaya geçebildik. Burada konsept şu
şekilde işliyor, sipariş verebildiğiniz birkaç yemek olsa da çoğu tapas
mutfaktan büyük bir tepsi ile çıkıyor ve siz hoşunuza giderse garson önünüzden
geçerken isteyebiliyorsunuz. Bu şekilde olması benim daha çok hoşuma gitti, hem
oturunca açlığınızı bastırmak için fazla beklemeniz gerekmiyor, hem de ilk anda
aklınıza gelmeyecek çeşitleri deneyebiliyorsunuz.
Şimdi
adını hatırlayamadığım birkaç çeşit daha denedikten sonra, tatlı olarak bir
Barselona klasiği olan ve benim ilk Barselona gezimizden beri adını
sayıkladığım “crema catalana” aldık. Görüntü olarak “creme brulee” yi andıran
bu tatlının içeriği de süt, yumurta ve şeker olarak Fransız kardeşi ile aynı ve
yine benzer şekilde seramik kapta servis ediliyor. Aralarındaki fark ise creme
brulee de krema bulunurken, bunun yerime creme catalana da mısır unu var. Keza
pişirilirken de creme brulee, bain-marie (benmari) yöntemiyle su dolu bir kapın
içine oturtularak kısık ateşte pişirilirken, crema catalana kısık ateşte
karıştırılarak pişiriliyormuş. Gittiğimiz mekanlar arasında en lüksü burası
olduğu için, en yüksek hesabı da burada verdik; 4 kişi için 87,5 Euro ama
değerdi.
|
Crema Catalana |
|
Yemek yemek ciddi bir iştir! |
Gece Hayatı
Barselona’da gerçekten çok iyi barlar var ve kokteyl
işini oldukça ciddiye almışlar. Bunlar arasında en tanınmışı, en iyilik
tartışmalı olsa da global listelerde en yukarıda kendine yer bulanı Dry Martini. En iyiler arasında derken
şöyle açıklayayım, bu konuda en geçerli otoritelerden biri olan Drinks
International’ ın listesinde dünyada 6. ve Avrupa’ da 1. sırada yer alıyor;
aynı zamanda dünyanın en iyi 3. cin barı. Barselona’ daki barın bu başarısından
sonra İspanya’ da ve yurt dışında pek çok şube de açmışlar. Bu arada Barselona’
daki barın hemen yakınlarında bir de akademisi var. Burada da kokteyl ile
ilgili eğitimler veriyorlar; tabi aynı zamanda bar olarak da müşterilere hizmet
veriyor.
30 yıl önce açıldığında yalnızca mekana adını veren ve
tarifi hala barın arkasında yazılı olan “dry martini”yi servis etseler de şimdi
hayli geniş ve yaratıcı bir menüleri var. Mekanın kurucusu Javier de las Muelas’
ın yaratıcılığını konuşturduğu “excentric” ve “signature” menülerindeki
kokteyllerin içeriği kadar sunumu da etkileyici. Biz bu eksantrik kokteyllerden
“The Pipe” ı tercih ettik. İçeriğinde Glenmorangie viski, beyaz kakao kreması,
Gran Lusso martini, 16 yıllık Lagavulin, Van Gogh Absinthe Droplets ve Indian
Spices Droplets bulunan ve yakılıp tütsülenerek cam bir piponun içinde servis
edilen kokteyl şimdiye kadar tattığım kesinlikle en ilginç kokteyldi. Hayli
sert olduğu ve baskın absint aroması içerdiği için tadının favorilerim arasına
girdiğini söyleyemem ama sunumunun yaratıcılığı için bile sipariş edilmeyi hakederdi.
Bu ilginç kokteyllerin profesyonel fotolarının da olduğu içerik için aşağıdaki
linke tıklayabilirsiniz.
Bir kadeh kokteyl için 10-15 Euro kesinlikle ucuz değil
ama burası da hayli high-end bir bar o yüzden fiyatlar çok şaşırtıcı değil.
Sadece o ambiyansı görüp birer kadeh tatmak için bile olsa kesinlikle
gelinmesini tavsiye edeceğim bir bar.
|
Keşke fotoğrafı ütüyle çekmeseymişiz |
|
Paradiso |
|
Paradiso |
Barselona’ daki son gecemizde şehrin en ünlü caz kulübü
olan
Harlem Jazz Club’ a gittik.
Bizim gittiğimiz akşam “Blues Jam Session” vardı, çıkan gruba göre konser için adam
başı 6-12 Euro alıyorlar. 300 kişilik diye geçiyor ama oturacak yer bundan çok
daha az, o yüzden program başlamadan önce biraz erken gidip iyi bir yer kapmak
mantıklı bir tercih olabilir. Biz çok yol ağzı bir yere tabure koymak zorunda
kalınca sürekli gelip geçenlerden dolayı konserden aldığımız keyif biraz
azaldı.
|
Harlem Jazz Club |
Bu kadar ara vermeden yazmayı umduğum ikinci bölümde Dan
Brown’ un son kitabı “Başlangıç”ın da büyük kısmına da ev sahipliği yaptığı
için popülerliği daha da artan Barselona’nın gezilecek/görülecek yerleri ve tabi
ki Gaudi’nin dehasıyla devam edeceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder