Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Portekiz - 1. Bölüm: Lizbon

Lizbon
 
Portekiz’ i çok sevmemize rağmen son 6 ayın çok yoğun geçmesinden dolayı yazısını uzun süredir yazamamıştım. Tabi yazıyı yazmayı ertelememizin nedenlerinden biri de bu kadar sevmiş olmamız. Zira o kadar çok anlatılacak şey var ki nereden başlayacağımı; nasıl toparlayacağımı bilemedim. Vira bismillah deyip, Lizbon ile başlayalım Portekiz seyahatimize.
 
Lizbon, aynı İstanbul gibi  7 tepeye kurulu bir şehir. İstanbul ile benzerlikleri burada bitmiyor gerçi; her adımında bir şekilde İstanbul’ u hatırladık. Gerçi Porto da farklı özelliklerle bize İstanbul’ u çağrıştırdı ama zaten şehirleri bildiğimiz başka şehirlere benzetmek millet olarak genlerimizde var. :) Ayrılan özelliklerine gelirsek en başta Lizbon’ un çok daha kompakt bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Çok daha küçük olmasından da mütevellit her yere ulaşım son derece rahat  ve ucuz. Genel olarak Portekiz’ de fiyatlar bir Batı Avrupa ülkesine göre gayet makul; komşusu İspanya’ nın neredeyse yarı fiyatına çoğu şey. Konaklama konusunda da şimdiye kadar en memnun ayrıldığımız ülke oldu. Lizbon ve Porto’ da 3 ayrı otelde kaldık; gayet makul fiyatlar ödememize ragmen hepsinden son derece memnun ayrıldık. Konaklama için genelde Baixa-Chiado tavsiye edilse de biz daha rahat ulaşım sunan yine merkezdeki Rossio bölgesinde yer alan Hotel Rossio Garden ve My Story Hotel Rossio otellerinde kaldık; ikisini de tavsiye ederim.  Yemekler de çok başarılı. Ucuzluk ve iyi yemek; bu ülkeyi Yunan adalarına aşık ettiyse bizim de Portekiz’ den bu kadar mutlu ayrılmamız çok şaşırtıcı olmamalı. J
 
Otel odamızdan Lizbon Kalesi manzarası
 
Bu kadar girizgahtan sonra yazımıza; gezimizde de ilk durağımız olan, şehrin turistik bölgeleri Baixa ve Bairro Alto’ yu birbirine bağlayan Elevador de Santa Justa ile başlayalım. İnşaatına 1900’ de başlanıp; 1902’ de tamamlanan bu yapı bildiğiniz bir asansör ve bayırlar şehri Lizbon’ da zahmetsiz ve hızlıca Bairro Alto’ ya ulaşmanızı sağlıyor. Ama asıl güzelliği bu tarihi asansörden inince karşınıza çıkan terasın belki de en iyi Lizbon manzarasını seyredebileceğiniz yer olması. Özellikle gün batımı saatlerinde buradan muazzam fotoğraflar çekebilirsiniz.
 
Elevador de Santa Justa

Rossio Meydanı

Elevador de Santa Justa' dan Lizbon manzarası
 
Praca do Commercio yani Ticaret Meydanı Lizbon’ un en büyük meydanı. Meydanın bir tarafında Tejo Nehri ve ortasında King Jose anıtı bulunuyor. Meydanın nehir kenarı bölümünden uzakta olsalar da 25 Nisan Köprüsü’ nü ve İsa heykelini de görebiliyorsunuz. Yeme içme bölümünde değineceğim Bira Müzesi de bu meydanın bir cephesinde yer alıyor. Baixa/Chiado metrosundan yürüyerek gelebilirsiniz.

Praca do Commercio

Praca do Commercio
 
 
Lizbon Katedrali ya da diğer adıyla SE Katedrali şehrin en eski kilisesi. İlk olarak 1147 yılında inşasına başlanmış bu bina, atlatmış olduğu pek çok büyük depremin de etkisiyle çeşitli defalar restorasyon geçirmiş. Bu sebeple aynı anda farklı mimari akımların etkilerini görmek mümkün.
 
Lizbon (SE) Katedrali

Lizbon (SE) Katedrali
 
Museu Calouste Gulbenkian şimdiye kadar gezdiğimiz en ilginç müzelerden biri. Müzenin ilginçliğinin temel sebebi kurucusu olan Calouste Gulbenkian’ ın eksantrik kişiliği ve hayat hikayesi. Ermeni asıllı bir Osmanlı vatandaşı olarak doğan Gulbenkian’ ın hayatını özetleyen iki kelime petrol ve sanat. Osmanlı öncesi dönemden beri Anadolu’ da yaşayan, Ermeni asıllı bir aileden gelen Gulbenkian; Üsküdar’ da doğduktan sonra , 14 yaşına kadar İstanbul’ da yaşıyor hatta Kapalıçarşı’ da tezgahtarlık yapıyor. Daha sonra Fransızca öğrenmek için Marsilya ‘ ya gidiyor; oradan da petrol üzerine eğitim almak için Londra’ ya King’ s College’ a geçiyor. 18 yaşında buradan mezun olduktan sonra; sadrazam Agop Paşa kendisinden Mezopatamya’ daki petrol yatakları üzerine bir çalışma hazırlamasını istiyor. Daha sonra Gulbenkian ailesi İstanbul’ dan ayrılsa da; Calouste 1912 yılında Mezopatamya’ daki Osmanlı petrollerini çıkarma hakkına sahip Türk Petrolleri Şirketi’ nin kuruluşuna ön ayak oluyor. O dönem iyice zayıflayan Osmanlı üzerinde bir paylaşım projesi sayılabilecek şirketin %25 hissesini Almanya adına Deutsche Bank, %35 hisseyi İngilizler alıyor. Calouste %15’ i kendisine alırken; geri kalan %25’ in de kuruluşuna aracılık ettiği  Royal Dutch Shell’ e verilmesini sağlıyor. İlerleyen dönemde Calouste Gulbenkian’ ın payı %5’ düşüyor. Kendisinin lakabı olan Bay Yüzde Beş de zaten buradan geliyor. Bu sayede o dönem dünyanın sayılı zenginleri arasına giren Calouste; servetinin önemli bölümünü antik sanat eserleri toplamaya ayırıyor. Hayatının son dönemini Lizbon’ da bir otelde geçirirken; mirasını da adını taşıyan vakfa bırakıyor. Bu vakıf da Lizbon’ da büyük bir arsa üzerine müze kompleksi inşa ediyor.  Müzenin içeriği kendisinin sağlığında topladığı sanat eserlerinden oluşuyor. Bu arada kişisel portföyü olduğunu söyleyince aklınıza butik bir müze gelmesin; yaklaşık 6000 parça eserden bahsediyoruz. Müzeyi barındıran kompleksin bahçesi de ayrıca gezilmeyi hakediyor. Son olarak müzenin ilk etapta Üsküdar’ da açılmasını istediği ama Türk hükümeti ilgilenmeyince vazgeçtiği şeklinde söylentiler olsa da bir yakını bunun dedikodudan ibaret olduğunu açıklamış. Hatta benzer dedikodular Ermenistan’da da Erivan için konuşuluyormuş.
 
Museu Calouste Gulbenkian' ın girişi


Museu Calouste Gulbenkian' ın bahçesinden

Fotoğraf çekmek yasak olmasına rağmen gizli çekimlerden :)
 
Bairro Alto için çok keyif aldığım gezi yazıları yazan “oitheblog” adlı blogda yapılan “Asmalı’ nın eski güzel günleri” benzetmesi heralde en net tanımlama olabilir. Dışarı masaların taştığı bu dar sokaklar gerçekten de bize o günleri hatırlattı. Yalnız pazartesi akşamları epey sakin oluyor. Sokaklarda eğlenmeye çıkandan daha fazla torbacı gördük açıkçası. Bu arada çok sevdiğimiz Portekiz’ de gördüğümüz en önemli problem her köşebaşında uyuşturucu satıcıları olması. Şehrin meydanlarında gündüz vakti dahi yanınıza “Do you want cocaine or marijuana?” diye gelenler oluyor. Polisin bunu farketmemesi mümkün değil; anladığım kadarıyla de facto olarak serbest bırakılmış. Porto’ da da benzer problem vardı ama Lizbon’ a göre çok daha sınırlıydı.
 
Rua Augusta, şehrin en ünlü caddesi. Yine benzetmeye gidersek burası için de  İstiklal Caddesi’ nin küçük versiyonu diyebiliriz. Özellikle görülmesi, gezilmesi gereken bir yer barındırmasa da zaten merkezde olan konumuyla buradan geçmemeniz zor. Hediyelik eşya mağazaları da var ama paralel sokaklarında aynı ürünleri daha ucuza bulabiliyorsunuz. Daha çok turist tuzağı tabir edilen mekanlar var; en iyisi burada yürümekle yetinmek.
 
Yavaş yavaş yazıyı yeme içmeye bağlayalım. LX Factory’ i de bir yere benzeteceksek; burası BomontiAda olur. 3.000 metrekarelik eski bir fabrikadan eğlence merkezine dönüştürülen bu mekan; İstanbul’ daki kardeşinden çok daha büyük ve daha fazla çeşit sunuyor. Sadece yeme içme mekanları da bulunmuyor.


LX Factory
LX Factory
Mantıklı :)
İçerideki duvarların çoğunda graffiti ve duvar resimleri var 
İşte gezi boyunca en çok şaşırdığımız yer

Dekorasyonu ile hayran bırakan Ler Devagar adında bir kitapçı, orijinal hediyelik ürünler ve butik sanat galerileri de burada kendine yer bulmuş. Alcantara semtindeki bu mekana hem merkezden otobüslerle; hem de yeşil metro hattının son durağı olan Cais do Sadre’ den trenle ulaşmak mümkün. Bu arada trenden inince az da olsa yürümek gerekiyor; sokaklarda bir Tarlabaşı havası olduğundan gece yürümekten ziyade taksi ya da Uber kullanmak daha mantıklı olabilir. Bu arada şehirde hem taksiler ucuz, Uber de yaygın o yüzden toplu taşıma dışındaki alternatifler de değerlendirilebilir.

Ler Devagar

Biz buraya karnımız tok geldiğimiz için yemek yemedik ama Landeau Chocolate’ ın efsanevi çikolatalı pastasını kaçırmadık. Dilimi 3,50 EUR olan bu çikolata bombasının tadı şu an yazarken bile aklıma gelip ağzımı sulandırıyor. Zaten menüdeki tek yiyecek olan bu pasta pek çok uluslararası dergi ve site tarafından dünyanın en iyi çikolatalı pastası seçilmiş.
 
http://www.foodandwine.com/video/worlds-best-chocolate-cake-in-lisbon

Şeytani derecede iyi çikolatalı pasta
Landeau
The çikolatalı pasta
Doğru söze ne denir? :)
 
Lizbon’ da en çok vakit geçirdiğimiz yer yine bir kentsel dönüşüm projesi olan Mercado da Ribeira oldu. 1882 yılında inşa edilen sebze meyve hali, 2001 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüş. Bir süre atıl durumda kaldıktan sonra Lizbon Belediyesi bir yenileme projesi ile burayı Time Out’ a vermiş. Dergisiyle bildiğimiz grup burayı modern gurme bir pazarla, butik restaurantları harmanladığı konseptle restore ederek 2014 yılında açmış. Hafta sonları gece 2 ye kadar açık olan mekan şehrin en canlı lokasyonlarından birine dönüşmüş. Metro, otobüs ve deniz yoluyla ulaşılabilen Cais do Sodre’ de yer alıyor. Her türlü yemek ve içki alternatifi barındıran food courtu Portekiz’ in en ünlü şeflerinin restaurantlarının şubelerini dahi barındırıyor. Biz burayı çok sevdik hatta yemek için 3 ayrı zamanda buraya geldik. Kapıdan girince tam karşı sırada yer alan 5 restaurant Portekiz’ in ünlü şeflerine ait. Miguel Castro e Silva,  Marlene Vieria ve Quiosque Chef Alexandre Silva bunlardan denediğimiz üç tanesi oldular. Üçü de geleneksel Portekiz yemekleri servis ediyor. Yan sırada yer alan Sea Me ise yeni nesil bir balıkçı. Balık dışında diğer deniz ürünleri çeşidi de geniş. Zaten burası Lizbon' un en popüler mekanlarından birinin şubesi olarak açılmış. Honorato Hamburgueres de başarılı bir hamburgerci. Bu saydığım 5 restaurantın hepsinden memnun kaldık.
 

Mercado da Ribeira

Marlene Vieria

Miguel Castro e Silva

Sea Me
 
Honorato

Pofuduk fish & chips

Deniz ürünlü arroz

Sea Me' den aldığımız creme brulee

Sea Me

Yemek yerine güzel bir peynir tabağı da tercih edebilirsiniz.

Miguel Castro' dan kuzu etli ve mantarlı arroz
 
Solar dos Presuntos için  Portekiz’ in Papermoon’ u denilebilir. Yanlış anlaşılmasın burası bir İtalyan lokantası değil daha çok deniz ürünleriyle bilinen bir yer ama Portekiz’ in futbol dünyasının kalbinin attığı yer burası. Hatta David Beckham bile Lizbon’ a geldiğinde yemek için burayı tercih etmiş. Tabi sadece futbolcuların tercih etmesiyle bilinmiyor; pek çok yerel ve uluslararası blogda burası için ülkenin en iyi lokantası denilmiş. O nedenle önceden rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ederim. Biz iki kişi olduğumuz ve şansımız yaver gittiği için yer bulabildik ama her zaman denk gelmeyebilir. Buranın spesiyali ıstakoz. Eşim balık dışında deniz ürünü yemediği; ben de farklı yemekler de tatmak istediğim için ıstakozu bütün olarak söyleyemedik. Ama ıstakozlu ve karidesli “arroz” söyleyerek ıstakozun tadına bakabildik. Arroz Portekizlilerin pilavı; İspanyolların “paella”sını andırıyor ama ondan daha da sulu olarak servis ediliyor. Ben risottoyu da sevdiğim için arrozdan da çok memnun kaldım. Seyahatimiz boyunca farklı yerlerde tattım; açık ara en iyisi burada yediğimizdi. Bu arada porsiyonlar da tam öksüz doyuran. Önüme gelen tabağı zor zahmet bitirdikten sonra; daha 2 tabaklık arroz barındıran tencerenin benim sipariş ettiğim porsiyon olduğunu anladım. Bütün ıstakoz söylemeyip farklı yemekler tatma planımız da bu nedenle yattı. J Eşim de ana yemek olarak kalkan söyledi. Yalnız Atlantik kalkanı bizim bildiğimiz kalkandan farklı olarak yassı değil; palamut gibi halka şeklinde servis ediliyor. Lezzet olarak da bizim Karadeniz kalkanından daha farklı ama bu balık da yine çok lezzetliydi. Pişirilmesi de tam kararındaydı. Bu arada mekanı yine çok sevdiğim bir blog olan Löplöpçüler sayesinde listeme eklemiştim; yazıda kalkanın yassı gelmeyeceğini yazdıkları için gelen balığı görünce şaşırmamış olduk. J Yemek öncesi söylediğimiz azeitao, güneybatı Portekiz’ e has; yumuşak bir koyun peyniri. Hatta ortası krem peynire yakın bir kıvamda. Biz bir yerde daha denedik ama buradaki kadar başarılı değildi.


Solar Dos Presuntos
 

Solar Dos Presuntos
Azeitao
Deniz ürünlü arroz
Atlantik kalkanı
Balık ve diğer ürünleri tezgahtan ya da akvaryumdan seçebiliyorsunuz.
Bu bacağı anlayamadık :)
 
Café Gelo, otelimizin hemen yanında olduğu için bir kaç kahvaltı için uğradığımız bir yer oldu. Rossio Meydanı’ ndaki mekanda her türlü pastane ürünü ve sandviç var ama burada en beğendiğimiz ürünler genelde çikolatalı olanlar oldu. Fiyatlar merkezde olmasına ragmen uygundu.

Cafe Gelo
 
 
Confeitaria Nacional, Rossio Meydanı’ nın bir arka sokağında; Praca da Figueira 18B yer alan 180 yıllık bir pastane. Portekiz’ in çok başarılı pastane ürünleri ve pastaneleri var ama burası en beğendiğimiz yer oldu. Portekiz’ in en ünlü yiyeceklerinden biri belki de en ünlüsü “pasteis de nata”. Muffin ile fırın sütlaç arasında diyebileceğimiz (muhtemelen bu aradan dünya üzerindeki tatlıların çoğu geçer aslında) bu tatlının asıl en meşhur üreticisi Belem’ deki Belem Pastanesi (Pasteis de Belem). Hatta pasteis de nata, pek çok yerde pasteis de belem diye satılıyor. Ama biz burada yediklerimizi Belem’ dekilerden bile daha çok sevdik. Dikey tadım için yolculuk boyu büyük bir fedakarlık göstererek her yerde yemeye devam ettik zaten; hatta en son dönüşte uçağa binmeden hemen önce havaalanında bile son kesti yaptım . J Bu pastanede zaten hangi ürünleri tattıysak memnun kaldık. Orada olduğumuz 8 Mart’ da Dünya Kadınlar Günü’ ne özel gül şeklinde bir pasteis de nata türevi tatma şansımız dahi oldu. Fiyatlar da makul, kahvaltı için gittiğimiz 2 seferde de 2 kişi 10 EUR’ nun altında hesap verdik.

Confeitaria Nacional
Confeitaria Nacional
Pasteis de nata
Adını hatırlayamadığımız bal kabaklı ve lezzetli arkadaş
8 Mart' a özel ürün

İyi yemişiz maşallah :)

Bairro Alto' da bir akşam oturduğumuz The Old Pharmacy Wine Inn' de hafif  müzik çalan sakin bir ortamda Portekiz' in çeşitli yörelerinin şaraplarını deneyebiliyorsunuz. Bu arada Portekiz' de bizim bildiğimiz kırmızı,beyaz ve roze şaraplara ilave olarak Porto şarabı ve yeşil şarap da bulunuyor. Porto şarabı daha tatlı ve yüksek alkollü bir şarap; Porto yazımızda daha detaylı da değineceğiz. Yeşil şarap ise beyaz şarabı andıran ama daha asidik bir tür. Özellikle yemek öncesi tercih ediliyor. Gazozu andıran aromasını ben sevdim.

The Old Pharmacy

Hot Clube de Portugal (Hot Club of Portugal), 1948 yılında açılmış ve Portekiz' in en eski jaz barı. 2009 yılında yangın ve sonrasında sel felaketi geçirip kapanmak zorunda kalsa da, 2012 yılında eski yerine yakın konumda Alegria Meydanı' nda tekrar açılmış. Hemen hemen her akşam konser oluyormuş. Şansımıza bizim gittiğimiz akşam çıkan grup çok iyi değildi ama mekanın atmosferini sevdik.



Hot Club of Portugal

Hot Club of Portugal

Museu de Cerveja yani Bira Müzesi; müzeden daha ziyade çok farklı biraların bulunabildiği bir restaurant. Başka yerde tatmanın çok kolay olmayacağı Mozambik, Yeşil Burun Adaları (Cape Verde) gibi ülkelerin biraları da eski sömürge olmalarından kaynaklanan bağlantıları sayesinde burada mevcut. Bu arada yazıda buraya kadar değinmediğimiz bir yerel lezzet de kod balığından yapılan bir tür atıştırmalık olan "pasteis de bacalhau" ya da diğer adıyla "bolinho de bacalhau". Özellikle biranın yanında servis edilen bu yiyecek Portekiz' de çok tutuluyor. Kod balığı, patates, yumurta sarısı ve maydanoz içeren bu toplar bol yağda kızartılıp sıcak sıcak servis ediliyor. Bira müzesinde yediğimizi çok beğendik.


Portekizce konuşulan bütün ülkelerden biralar mevcut

Museu da Cerveja

Pasteis de bacalhau

Pasteis de bacalhau

Pasteis de bacalhaunun yapımı

Museu da Cerveja

Museu da Cerveja
Nasıl ki Bairro Alto’ yu Asmalı’nın eski haline benzettiysek; Cais do Sodre için de Karaköy’ ün yeni hali diyebiliriz. Yukarıda bahsettiğimiz Mercado do Ribeira’ nın arka sokağında son yıllarda birbiri ardına açılan barlarla burası eğlencenin odak noktalarından birine dönüşmüş. Bu bölgede yer alan Pensao Amor bütün bu barlar arasında bizim en orijinal bulduğumuz oldu. 19. Yüzyıl burlesque salonu şeklinde dizayn edilen barın duvarlarındaki nü portreler, av hayvanlarının kafaları, leopar derisi desenli koltuklar, kama sutra kitapları, hatta bir falcı ile ortalama bardan çok farklı bir atmosferi var. Bizim gittiğimiz cuma gecesi çok kalabalık olduğu için aşağıda internetten bulduğum bir kaç fotoğrafını kullandım.

Pensao Amor

Pensao Amor

"Ginjinha" ya da kısa adıyla "ginja" Portekizlilerin yemeğin üstüne tercih ettikleri bir likör. Ekşi vişneden yapılan, yüksek alkollü bu likörün sindirime yardımcı olduğunu söylüyorlar. Muhtelif markalar olsa da küçük dükkanlarda ev yapımı olanlardan içmek de mümkün. Küçük plastik bardaklarda servis edilen likörü ayak üstü içip devam etmek bir ritüel. Rossio Meydanı' nın köşesindeki Ginjinha Sem Rival' i tavsiye ettiler. Açıkçası genel olarak likör sevmediğimden hazır olanlara çok bayılmadım ama buranınki epey başarılıydı.

Ginjinha Sem Rival


Ginjinha içinde vişneyle beraber servis ediliyor.

Lizbon yazımızın sonunu da şehrin en eski cafelerinden olan, 111 yıllık Cafe A Brasileira ile getirelim. Şehrin en popüler bölgesi olan Baixa-Chiado metro istasyonunun hemen önündeki yer alan bu mekan zamanında sanatçıların ve entellektüellerin buluşma yeriymiş. Şimdi ise turistler ile üniversite öğrencileri açık havadaki masaları kapmak için birbiriyle yarışıyor. Her yerde olduğu gibi burada da denediğimiz pasteis de nata da ortalamanın üzerindeydi. Fiyatlar da bu kadar turistik bir mekana göre uygundu.

A Brasilileira

A Brasilileira

A Brasilileira

A Brasilileira


Bundan sonraki yazımıza Lizbon' a komşu Belem ile devam edeceğiz. Bizden ayrılmayın. ;)