2014 yılında geldiğimizde; New York yazımızı istediğimiz
kadar detaylı yazamamıştım. Bu sene Columbia Üniversitesi’ nde eğitim için 2
hafta kalmamızı fırsata çevirip daha detaylı gezi notları hazırladım. Özgürlük
Anıtı’ na gitmek gibi en turistik aktiviteleri bir önceki gelişimizde
tamamladığım için tekrarlamadım; burada da yazmayıp; daha yeme-içme ağırlıklı
bir yazı planladım. 2 hafta kalmanın avantajı; turistik gezinin ötesinde
yerlere gidebilmek ve daha az ünlü olsa da çok iyi yerlerde yemek yiyebilmek
oldu. Yazı gereksiz yere çok bölünmesin diye 2 bölümde bitirmeyi planlıyorum;
ilk bölümde yiyeceğiz; ikinci bölümde içeceğiz; tabi ki bir kaç gezilecek yere
de küçük küçük değineceğiz.
Bryant Park
Rubirosa
Ristorante, Manhattan’ ın Nolita Bölgesi’ nde; Godfather serisinde
de sık görünen yerlerden olan Mulberry Sokağı’nda yer alan bir pizzacı. Trip
Advisor’ın NYC’ deki en iyi 10 pizzacı listesine aldığı; Foursquare puanı
9,6/10 olan bir mekan, haliyle beklentileri çok yükseltiyor ve güzel tarafı şu
ki bu kadar yüksek beklentiye rağmen hayal kırıklığı yaratmıyor. Epey kalabalık
(ve iştahlıJ ) bir
grup olarak gitmenin avantajıyla pizzaların büyük bir kısmını deneme şansı
bulduk. Başlangıç olarak da bütün şarküteri ve peynir çeşitlerini içeren 2 tabak
yaptırdık. Ben etlerle ilgili yorum yapamayacağım ama peynirler İtalya’ da
yediklerimizi aratmıyordu. Pizza çeşitlerinden de mekanın 55 yıllık
spesiyalitesi olan “classic”, taze mozarella, domates ve fesleğenli “fresca”,
votka soslu ve taze mozarellalı “vodka” ve rikotta, parmesan ve taze
mozarellalı beyaz pizza “bianca”yı denedik. Birbirinden ayırmak çok kolay
değil; hepsine bayıldık. 4 büyük pizzayı 9 kişi yiyemedik; bir büyük pizza 2-3
kişi için yeterli; küçük pizzayı görmedim ama o da 2 kişi için yeterli olabilir
belki. Bu kadar iyi bir mekan için fiyatlar da pahalı değil; büyük pizzalar
25-28 $ arasında değişiyor. Her ne kadar tıka basa doymuş olsak da, bu kadar
kallavi bir yemeği tatlısız noktalamak olmazdı. Ortaya söylediğimiz tiramisu ve
bread pudding de bu kalitede pizzalardan sonra standardı düşürmüyordu zaten
Rubirosa tiramisusu ile de TOP 10 listelerinin değişmezi. Son olarak
rezervasyonsuz yer bulmak zor; hele kalabalık gruplar için önceden yer ayırtmak
şart.
Rubirosa Ristorante
Classic Pizza
Pizza Vodka
Pizza Bianca
Tiramisu
Bread pudding
Rubirosa Ristorante
Joe’s Pizza hemen
hemen her en iyi dilim pizzacılar listesinde, en tepede yer alan bir mekan;
hatta Amerikan-İtalyanların bir sözü var; “Hayatta değişmeyen 3 şey vardır:
ölüm, vergiler ve Joe’ nun dilim pizzaları..” diye J . Burası ününü uzun yıllardır aynı kaliteyi
sürdürebilmesine borçlu; bunun nedeni de personel değişiminin düşük olması;
aynı usta ellerin işe devam etmesi. Bu arada tek bir mekandan bahsediyor olsam
da, bizim gittiğimiz 1975’de açılan 7 Carmine Sokağı’ ndaki merkez şubesinin yanında
Manhattan ve Brooklyn’de birer şubesi de yer alıyor. Fiyat/performans olarak 2
hafta boyunca açık ara en başarılı mekan burası oldu. Dilim pizzalar 2,75-3,5 $
arasında değişiyor. Bu arada bir de “sicilian” adında alternatif bir pizza daha
var; bu adından anlaşılacağı üzere Sicilya tarzı; daha kalın hamurla yapılmış
pizza ile börek arasında bir ürün ki; onu da en az pizzaları kadar beğendik.
Biraz sıra beklemeyi göze almak gerekiyor ama biz 10-15 dk içinde pizzalarımızı
yemeye başlamıştık; masa yok zaten elde ya da duvarlardaki tezgahlarda
yiyorsunuz. Bu duvarlarda şimdiye kadar gelen ünlülerin fotoğrafları var; bütün Hollywood buradaymış :). New York tarzı pizza için mutlaka gidilmesi gereken bir yer.
Joe's Pizza
Sicilian
Sıcak sıcak :)
Margarita dilimlerimiz
1 dilim Sicilyalı'dan 3 kişi nasiplendik:)
Leonardo sadece Nusret' e gitmemiş :)
Joe's Pizza
Turntable Chicken Jazz, enfes tavuk kanatları yapan bir Kore lokantası. Kore lokantası olması bir çekince yaratabilecek olsa da; iyi yerken iyi müzik dinlemek için hiç çekinmeden gidilebilecek bir yer. Demek genel kanı da bu yönde ki; yer bulmak için 45 dakika beklememiz gerekti. Burası için Amerikan tarzı bir pub demek daha doğru olur zira iyi yemek olsa da loş ortam ve genel ambiyansla birleşince dışarıdan bakınca daha çok barı andıran bir yer. Bu arada dışarıdan bakınca yanlış bir tabir olabilir zira; bir apartmanın 2. katında yer aldığından dışarıdan görünmüyor; girişi kaçırmamak da dikkat gerektiriyor J . Yemek kısmına dönersek acılı-baharatlı ve soya soslu but ve kanat kombolarını denedik ki çok başarılıydı. Önden başlangıç olarak söylediğimiz çubuğa geçmiş, baharatlı kızarmış patatesten yapılan twister bira için nefis bir eşlikçi. Bu kadar popüler bir mekan için fiyatlar da uygun; 4 kişi tıka basa yiyip içmemize (aşağıda resmi görünen tower, ilginç ve büyük bir biraver) rağmen 130 $ hesap ödedik.
Girişi kaçırılabilir, burayı görünce girin :)
Turntable Chicken Jazz
Tower ve Sercan' ın yüzüne vuran mutluluğu...
Twister
Kanat & but combo
Tony’s Di Napoli, her ne kadar Times Square’e yakın olması acaba turist tuzağı olabilir mi endişesi yaratsa da bütün gezi boyunca en keyif aldığımız yerler arasında yer aldı. Deniz ürünlü makarna (linguine) heralde bu yemeğin gelebileceği maksimum seviye. Hem domates hem de sarımsak soslusunu söyledik; ama deniz ürününün bolluğundan makarnalar zor seçiliyordu. Ben domateslisini biraz daha çok beğensem de; sarımsaklıyı tercih eden arkadaşlar da vardı. Bu arada porsiyonlar büyük, yani gerçekten büyük. 8 kişi, 2 porsiyon deniz ürünlü linguine ve 1 porsiyon ravyoliyi bitiremedik. Yemekten önce gelen nefis ekmekler ve sarımsaklı tereyağının da bitirememizde etkisi olabilir biraz tabi. İtalyadaki restoranlar gibi burada da pizza yok, et,balık,tavuk ve makarna var; zira pizza pizzacıda yenir ;) . Şarap dahil adam başı 30 dolar verdik ki bu parayı fazla fazla hak ederdi. Biz rezervasyonsuz yer bulduk ama mekan büyük olsa da kalabalık gruplar için önden aramakta fayda olabilir.
Tony's Di Napoli
Tony's Di Napoli
Sarımsak soslu deniz ürünlü linguine
Ravioli
Domates soslu deniz ürünlü linguine
Tony's Di Napoli
En iyi burgeri bulma yolculuğumuza, bu gezide de5 Napkin Burgerile başladık. Burası Manhattan’ da 4 şubesi olan bir hamburgerci; biz Union Square’ deki şubelerine gittik. Adındaki “5 peçete” tahmin edeceğiniz üzere yerken en az 5 peçete gerekmesine gönderme. Burası tabi ki bir fine-dining restoran değil ama hamburgerin yanında iyi bir şarap ya da bira da içebileceğiniz; yüksek kalitede angus eti kullanan standart üstü bir burgerci. Ben gravyer peynir, karamelize soğan ve biberiye-sarımsaklı mayonez içeren “Original 5 Napkin Burger” i tercih ettim. Şimdiye kadar yediğim en iyi 3 listesine giremese de gerçekten başarılıydı. Bu arada patatesleri de hamburger kadar başarılı; hazır kesilmiş patates kullanmak gibi bir kolaycılığa düşmemişler. Burger, patates ve bira için adam başı 30 dolar ödedik.
Sabancı EMBA 5 Napkins Burger' de
Sabancı EMBA 5 Napkins Burger' de
5 Napkins Burger
5 Napkins Burger
5 Napkins Burger
Cafe Habana, Foursquare 9,3/10, Zomato 4,6/5 gibi efsane puanları olan; hakkında çok iyi yorumlar bulunan bir mekan. Manhattan’da olsa da otele ve metro durağına uzak konumu nedeniyle uzun bir yürüyüşle vardığımız mekandaki hamburger bizi hayal kırıklığına uğrattı. Et kurumaktan öte yanmıştı; patates yağ emmişti. Genel ambiyansa gelirsek; o kadar vasat bir görüntüsü vardı ki, doğru yere geldiğimizi kontrol etmemiz gerekti. Diğer ürünleri nasıldır bilmiyorum ama hamburger için kesinlikle tavsiye etmem.
Cafe Habana
Cafe Habana
Shake Shack, İstanbul’ daki şubelerinden de bildiğimiz; bizim de bir kaç sefer İstinye Park şubesine gittiğimiz bir burger zinciri. Burası Madison Square Park’da 2001 yılında bir kiosk olarak doğup; 2004 yılında üst sınıf bir fast food zincirine dönüşüyor. Açıkçası 2014 yılında Amerika’ ya gittiğimizde de gidilmesi gereken burgerciler listesinde görüp; Türkiye’ deki şubelerinden pek etkilenmediğimiz için pas geçmiştik. Bu sefer, sadece Manhattan’ da bile bir çok şubesi olmasına rağmen; hepsinde uzun kuyruklar olduğunu görüp bir şans vermeye karar verdik. İyi ki de bu kararı vermişiz, çift köfteli cheeseburgeri Burger Joint’ den bile iyiydi. Türkiye’ de yediklerimizden de çok daha lezzetliydi. Peynir soslu patates kızartmasını zaten burada da seviyorduk. Alkolsüz bir içecek olan kök birayı da Türkiye’de olsa da ilk bu ziyaretimizde içmek nasip oldu; değişik bir tat, hoşumuza gitti. Burası adeta bir burger fabrikası olmuş; yüksek sayıda personel; hızlı ve sistematik bir şekilde çalışıp; bitmez görünen sırayı beklediğimizden çok daha kısa sürede eritti. İlgisi olanların için tarifler ve hikayelerini anlatan kitapları da bulunuyor. Son olarak fiyat bilgisi verirsek, 2 kişi 29 $ hesap geldi.
Kuyruk dışarı taşmıştı.
Shake Shack
Cheese fries
Double shack burger
Burger Jointve New York Burger Co.’ ya geçen sefer çok memnun kaldığımızdan tekrar gittim. Burger Joint’ in hamburger köftesi kalın olduğundan çift köfteli tercih etmemek lazım; yemek çok zor oluyor. New York Burger Co. ise zaten bir alt sınıfta konumlanmış ama yine memnun ayrıldık. Bu iki hamburgerciyle ilgili daha fazla detay için aşağıya 2014 yılında yazdığımız yazının linkini koydum. http://modernmeddah.blogspot.com.tr/2014_08_01_archive.html
Buffalo Wild Wings, 2014 yılındaki New York gezimizde tesadüfen keşfettiğimiz ve çok sevdiğimiz bir yer. Burası konsept olarak bizdeki Bibuçuk’ un benzeri ama farklı olarak aynı zamanda bir spor barı. Mekanın her yerini saran dev ekran televizyonlarda basketboldan futbola, golften hokeye çeşitli spor müsabakaları yayınlanıyor; mesela El Classico’ yu burada izledik. Bibuçuk’ da olduğu gibi burada da dürüm (wrap) ve hamburger gibi çeşitler olsa da; mekanın olayı kanat ve bu kanatlar için envai çeşit soslar. Çeşitli acılık seviyesinde, ki acılık skalasında ortada olanlar dahi epey acı, 16 sosla bu kanatları sunuyorlar. Özellikle ballı barbekü sosları enfes; zaten 3 yıldır değişmemiş olan wi-fi şifrelerine de “honeybbq” olarak adını vermiş. Karides fabrikasyon ama sosla o da fena değildi. Amerika’ daki çoğu mekan gibi burası da bir bar olmasa da bira çeşidi fena değil. Fiyat olarak da benzerlerine yakın, bira dahil adam başı 28 $ ödedik.
Buffalo Wild Wings
Buffalo Wild Wings
Buffalo Wild Wings
Buffalo Wild Wings
Buffalo Wild Wings
Bütün bu iki haftanın zirve noktası tartışmasız Peter Luger’ di. Burası steak deyince dünyada ilk akla gelen yerlerden biri. Şöyle ki, 2014 yapımı Steak (R)evolution adlı belgesel film; bir steak yedim hayatım değişti deyip, bizi bu steakhouse a götürüyor. Dünyaca ünlü ve New York merkezli restoran değerlendirme sitesi Zagat; burayı 32 yıldır üst üste New York’ un en iyi steakhouse u seçiyor, hem de Brooklyn’ in pek de popüler olmayan bir bölgesinde yer almasına rağmen. Nusret’ in de bu kadar popüler olmadan önce; bu işi öğrenmek için gelip incelediği bir mekan. Öncelikle rezervasyon kısmına değineyim; burada akşam yemeği için rezervasyonsuz yer bulmak zor filan değil; net olarak imkansız (belki bir imkanı olabilir; ona birazdan değineceğiz J ). Ben gitmeden bir ay önce yer ayırtmıştım ki; bazen bir ay önceden dahi istediğiniz gün ve saat için yer bulunamayabiliyormuş.
Son yılın ödülü
Zagat, Peter Luger' i 32 yıldır en iyi seçiyor.
Dekorasyonla başlarsak, burası bana Köln ‘de “kölsch” birası içmek için gittiğimiz Brauerei Päffgen’ i andırdı. Ahşap ağırlıklı, Alman stili bir yer; 1887’ den bugüne bir geleneği taşıdığını hemen hissettiriyor. Garsonların yaş ortalamasının 50+ olmasından; kaliteyi devam ettirmek için personel devir oranının düşük olduğu anlaşılıyor. Nusret’ deki gibi ukalalık yapmadan; işlerinin ehli olduğunu hissettiriyorlar. Biz girişte beklerken; bir garson “hoşgeldiniz” demek için uğradı, Türkçe olarak J. Namık, namıdiğer Mike, burada 15 yıldır çalışan Çanakkaleli bir garson; sağolsun sipariş konusunda da bize yardımcı oldu.. Yer bulma konusunda imkansızlığı kıracak nokta da; ondan aldığımız cep numarası oldu; son dakikacılar gitmeden bize ulaşsın J .
Peter Luger
Hemşeriler: Bandırmalı, Çanakkaleli, Bigalı
Yemeklere geçersek; burada salata yerine büyük halkalar halinde kesilmiş domates ve soğan geliyor. Bizi etkilemeyen tek ürün de bu oldu; her ne kadar mekanın meşhur steak sosu ile lezzetli olsa da çok ekstra bir özelliği yoktu. Etin yanına söylediğimiz patates ve ıspanak da lezzetliydi ama başka yerde de benzerine rastlanabilecek kalitedeydi. Tabi biz buraya et yemeye geldiğimiz için; bunlara pek takılmadık zaten J . Her ne kadar menü olsa da pek kullanılan bir şey değil. Siz kaç kişilik et istediğinizi söylüyorsunuz; onlar da size ona göre bir “porterhouse” getiriyor. Kasaplıktan gelen işletmeci ailenin New York’ a gelen etlerde ilk seçme hakkı olduğuna dair bir şeyler okudum ama tam olarak mekanizmayı anlayamadığımdan detayına giremeyeceğim J. Yalnız etle ilgili teknik bilgi verecek olursak; burada sunulan bütün etler “USDA Prime” damgalı. Bu ibare etin Amerika’ daki bütün et üretiminin %2’ sinden azının girebildiği kalite standardında olduğunu gösteriyor. Bu ete zaten supermarketlerde filan ulaşmanız mümkün değil; sadece en üst sınıf restoranlarda bulunabiliyor. Etin pişirilmesine geçersek; etler Steak (R)evolution’ da görülebilen mangal benzeri enteresan ızgaralarda mühürlenip, istenilen seviyenin bir altına kadar pişirildikten sonra; sıcak tabağa alınıp üzerine tereyağı konuluyor ve sıcak fırına atılıp burada sunuma hazır hale geliyor. Etin üstü yanık gibi dursa da; içinin sulu kalmasını böyle sağlıyorlar. Masaya sunulurken yine sıcak tabaklarda; rahat yenmesi için güzelce dilimlenmiş olarak geliyor. Lezzetini anlatmak gerçekten zor; imkanı olanın hayatta bir kere gidip tatması lazım mutlaka. Etin yanında gelen; kendi üretimleri sosları da enfes. Şimdi bu yazıyı yazarken, ki oruçlu olarak, ağzım sulanıyor J . Biz 9 kişi, 3 tane 3 kişilik steak söylemiştik; ziyan etmesek de fazla geldi.
Ekmekler bile olay; yanında da meşhur sos
Şarap İtalyan olsa da burası için özel üretim
Söğüş salata
Steak for 3
3*Steak for 3= Steak for 9 ?
Patates, ıspanak ve steak...
Sanki masaya aslan sürüsü saldırmış :)
Bunun üzerine bir şey yemeye yerimiz kalmasa da Namık Abi’ nin yemeden gitmeyin uyarısı ve New York’ un en iyisi olduğunu belirtmesiyle bir cheesecake ve elmalı tart söyledik. Sıcak gelen elmalı tart çok iyiydi ama cheesecake için çok iyi veya nefis yetersiz kalır. New York’ un en iyisi midir bilmiyorum ama benim şimdiye kadar yediklerim arasında en iyisi olduğu şüphe götürmez. Bu arada bütün tatlılar kendi yapımları whipped cream yani krem şanti ile sunuluyor ki; o da ayrı bir olay. Sanki tatlı bulutlar yemek gibi.
Günaha davet...
Burası dünyanın en iyi steakhouselarından biri, 32 yıldır New York’ un en iyisi seçiliyor ve Michelin yıldızlı bir yer ve en üst kalitede et sunuyorlar; bu nedenle ucuz bir yer olmasını beklemek zaten mantıksız olur. Şarap dahil verdiğimiz adam başı 100’ er dolar bize bu şartlar altında makul göründü. Dediğim gibi New York’ da tek bir pahalı restorana gidecekseniz; kesinlikle burası olsun.
Peter Luger
The Original Soup Man, “Seinfeld” in, 1995’ deki “The Soup Nazi” bölümüyle dünya çapında bilinirlik kazansa da; bu dizide görünmesinden önce de önünde uzun kuyruklar olan bir yermiş. Zaten diziye ilhamı vermiş olması için; en başta bu kadar popüler olması normal. Kurucusu Al (Ali) Yeganeh’ in yenilikçi tarifleri ve aksi olduğu kadar sıradışı kişiliği ile tanınmış olan mekan; hala popülerliğini sürdürüyor. Biz de Seinfeld hayranı olarak uğramamazlık edemedik; büyük beklentilerimiz olmasa da. Acılı “Buffalo Chicken” ve deniz ürünlü “New England Clam Chowder” çorbalarının ikisi de başarılıydı; ben tavuklu olanı daha çok sevdim. İkram olarak çorbanın yanında çikolata ve muz vermeleri güzel bir hoşluk. Dediğim gibi biz Seinfeld’ i anmak için gitmiştik ama çorbalarının kalitesi o günlerden beri azalmış mıdır bilmiyorum ama hala yeterince lezzetliler.
The Original Soup Man
Kurallar hala çok net :)
The Original Soup Man
The Original Soup Man
Buffalo chicken
61 Local, büyük ölçüde tesadüfen bulduğumuz bir yer oldu. Bisikletle Brooklyn’ e geçtiğimizde; mola vermek için civarda yer ararken burayı bulduk ve çok sevdik. Karaköy’ deki mekanları andıran bu yüksek tavanlı mekanda çok iyi biralar çıktı karşımıza, mesela Other Half Imaginary Greenscapes Imperial IPA şimdiye kadar içtiklerimizin en iyilerinden biriydi. Biraları 2 dolarlık tadım bardaklarında alıp çok çeşit denemek de mümkün. Normalde damak tadıma hitap edeceğini düşünmediğim avakadolu tostu da çok beğendim. Brooklyn’ de olduğu için; yüksek puanlarına rağmen fiyatlar Manhattan’a göre epey daha uygundu.
61 Local
61 Local
61 Local
61 Local
Favorim alt sıra ortadaki; nasıl da rengiyle bile belli ediyor kendini :)
Avokado tost
Bisiklet deyince, Manhattan’ dan Brooklyn’ e gitmenin en iyi yolu bisiklet bence. Biz Central Park’ dan batıya gidip; bütün Manhattan' ın etrafından döndükten sonra Brooklyn Bridge üzerinden geçtik. Şansımıza hava da güzel olunca çok keyif aldık. Şehir de düz olunca; insan 4-5 saat bisiklet kullanmaktan yorulmuyor.
Brooklyn Heights' dan Manhattan
Magnolia Bakery, ününü
büyük ölçüde Sex and The City dizisine borçlu olan, New York merkezli bir
pastane zinciri. Manhattan’da da pek çok şubesi var; biz bu sefer Upper West
Side’ dakine gittik. Çok leziz görünen cupcake ve pastaları olsa da buranın
alametifarikası muzlu pudingi. Hazır muzlu pudingler gibi değil tahmin
edeceğiniz üzere; muzun yoğun kıvam kattığı; insanı yedikçe mutlu eden bir
tatlı. Fiyatlar makul küçük boy 3,75 $, orta boy 5,5 $, büyük olan ise 6,75 $.
Popüler kültüre yüz vermemek adına es geçilmemesi gereken bir mekan kanımca;
muzlu pudingi kaçırmayın J . Evde yapıp denemek isteyenler için de güzel bir tarif buldum: http://www.damyskitchen.com/2015/06/magnolia-pudding.html
Magnolia Bakery
Magnolia Bakery
Magnolia Bakery
Magnolia Bakery
Magnolia Bakery
Banana pudding
Lady M Cake
Boutique, çok ince krep dilimleri arasına, ki en az 20 kat
krepten bahsediyorum, ev yapımı krema
koyarak yaptıkları pastalarıyla meşhur bir yer. Diğer pastane ürünleri de
mevcut ama bu krep pasta, fikir olarak beni çok heyecanlandırmıştı. Ben imza
ürünleri vanilyalı olanı denedim; ama yeşil çaylısının daha iyi olduğunu
söyleyenler de var. Hayal kırıklığı diyemesem de beklediğim lezzetle de
karşılaşmadım açıkçası.
Lady M Cake Boutique
Lady M Cake Boutique
İnce krepler ve arasında el yapımı krema
Max Brenner’la
karşılaşmak, eski bir dostu görmek gibi oldu benim için. Zira bu çikolatacıya
2010 yılında Sydney’de gidip bayılmıştık. Benim Avustalyalı sandığım bu mekan,
Amerika merkezli bir zincir çıktı, cehalet işte.. J Burası pizzaya varıncaya kadar çikolatayı her
formata sokan ;resmen günaha davet eden, rejimleri bozan, insanı baştan çıkaran
bir mekan (evet, bir miktar abartmış olabilirim J ). Maalesef burayı son gün keşfettiğim için kısıtlı
zamanda uğrayabildik ve seçimler için uzun düşünemedik. Crystal Churros Fondue,
ev yapımı churros ile beraber erimiş çikolata, toffee sos ve ahududu reçeli ile geliyor.
Biz ilave olarak çilekle tamamlayarak fondünün keyfini arttırdık. Max’s Famous
Chocolate Mess Party, çikolatalı kek, sütlü çikolata ganaj, krem şanti, toffee
sos ve dondurma içeriği ile bizi çok heyecanlandırsa da fazla tatlı geldi; krem
şanti olmadan daha iyi olabilirmiş. İlk anda heyecanlandığım kadar memnun
kalmasam da 7 sene sonra tekrar gitmek güzeldi; bu arada yan masalara daha
lezzetli görünen tatlılar da gidiyordu; menüyü daha iyi incelemekte fayda var J . Hep tatlıdan
bahsettik ama biz denememiş olsak da yeterli bir yemek menüsü de var.
Max Brenner
Max Brenner
Max Brenner
Whole Foods, Teksas
kökenli bir Amerikan süpermarket zinciri. Çok geniş craft bira reyonu ve
operations management dersinde örnek verilen kasa kuyruğu sistemini görmek için
bir gitmek gerekir ama burada yazmamın nedeni aynı zamanda büyük bir hazır
yemek alanı olması. Pizzadan et yemeklerine, çorbadan balığa kadar geniş
menüsünden istediğiniz ürünleri alıp, kasadan sonraki masalarda
yiyebiliyorsunuz. İçki de içmek isterseniz; onu marketten değil kendi barından
almanız gerekiyor; biraz daha pahalı olsa da orada da oturma imkanı daha iyi.
Sözün kısası pratik ve nispeten uygun fiyatlı bir öğün için uygun bir yer;
bizim otele yakın bir şubesi olduğu için biz 2-3 kez gittik, memnun da
kaldık.
Whole Foods
Whole Foods
Whole Foods
Whole Foods
New York’ da özellikle pazar aramadık ama 2 hafta boyunca
irili ufaklı pek çok pazara denk geldik.
The High Line,
Manhattan’ın West Side bölgesinde, Gansevoort Sokağı ile Meatpacking District
34 Sokağa kadar uzanan, kullanılmayan demir yolunda yapılmış bir park. Eskiden
yük trenlerinin geçtiği bu demir yolu; sokakların üzerinden geçtiği için
yürüyüş için daha ferah da bir atmosfer sunuyor. Özellikle iyi havalarda epey
kalabalık olan bir yer. Bizim gittiğimiz pazar günü de hava da güneşli olunca;
yürüyenlerden ayrı piknik yapanlar da vardı. Yerden yükseltilmiş olduğu için
şehir fotoğrafları çekmek için de güzel açılar bulmak mümkün.
High Line
High Line
High Line' dan Empire State' in tepesi
High Line' dan sokak manzarası
High Line hemen alt tarafında, Chelsea Market bulunuyor. Burası pek çok küçük lokanta, kafe ve
pastaneyi barındıran bir yeme-içme kompleksi. Çok sevimli, küçük mekanlar bulmak
mümkün. Burayla ilgili karşılaştığım hoş bir bilgi; Chelsea Market’ ın
bulunduğu Meatpacking District’ in eskiden beri bir yiyecek pazarı olması;
şöyle ki Algonquin Kızılderilileri de topladıkları ürünleri bu bölgede takas ediyormuş.
Chelsea Market
Chelsea Market
Chelsea Market
American Museum
of Natural History birbirine bağlı 25 bina bloğundan oluşan; Central
Park’ ın batı yakasında kalan, dünyanın en ünlü ve büyük müzelerinden biri;
tarih alanında ise dünyanın en büyüğü. Her ne kadar benzerleri daha çok hayvan
türleri üzerine yoğunlaşsa da, 1869’ da kurulan müze Darwin ve diğer Viktorya
dönemi bilim adamlarının keşifleri üzerinde yükseldiğinden bunun yanında bitki
ve mineral üzerine gösterimlere de yoğunlaşmış. Özellikle çocuklar için çok
eğlenceli bir müze olmuş. Beni etkileyen de en üst kattaki “dinozorlar” bölümü
oldu. Burayla ilgili daha detaylı bilgileri zaten kendi internet sitesinde
bulabilirsiniz ama ben sitesinde bulamayacağınız bilgiyi vereyim; giriş 22
dolar olsa da; istediğiniz kadar bağış yaparak (1 $ da olabilir); ücretsiz
olarak girebilirsiniz ;) .
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
Orada biri mi var? :)
Evet, var :)
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
American Museum of Natural History
New York’ da uzun süre kalmaktan faydalanıp iki oyuna
gitme şansı da bulabildik. Broadway’ de oyunlar pahalı olsa da kalabalık bir
grupla önceden planlayarak gitmenin avantajıyla Phantom of the Opera biletimizi yarı fiyatına alabildik (60 $).
Şimdiye kadar geldiğim ilk Broadway müzikali olduğu için başka oyunlarla
karşılaştırma yapmam mümkün değil ama müzikal sevmeyen biri olarak bile keyif aldım.
Özellikle sahne tasarımı çok çok iyiydi. TKTS gişelerinden Broadway oyunları ve
diğer sanat aktiviteleri için %50 indirimle bilet bulmak da mümkün olabiliyor.
Phantom of the Opera
Phantom of the Opera
Grup Sabahlar Olmasın hep ödev için toplanacak değil :)
İkinci gittiğimiz oyun ise bir Macbeth uyarlaması olan Sleep No More oldu. Mc Kittrick Hotel’
de 2011’ den beri sergilenen oyun; 5 kata yayılmış mekanda; her odasında ayrı
bir hikaye olacak şekilde sözsüz olarak danslar ve vücut hareketleriyle
anlatılıyor. Maske takmış izleyiciler de; oyuncuları oyunun içinden takip ediyor.
Gerçekten ilginç bir deneyim; oyuncular seyircilerle etkileşime de geçebiliyor.
Yalnız bu kadar çok seyirci olmasa; çok daha keyifli olabilirmiş. Odadan odaya
geçen oyuncuların peşinden 20-30 kişi koşturuyor; yakından görmek için
birbirini ezmeyi göze almak gerekebiliyor. Buna ve pahalı olan bilet fiyatına
rağmen bir kere gidip görmeye değer. Fotoğraf çekmek yasak olduğu için, aşağıdaki fotolar da alıntı maalesef.
Sleep No More
Sleep No More
Sleep No More
Bir Friends hayranı olarak; dizinin dış çekimlerinde gördüğümüz binayı ziyareti de ihmal etmedik :).
Friends Building
Friends Building
Son olarak tesadüfen karşıma çıkan bir sanat galerisi ile bu yazıyı bitirelim. 437 Madison Aveneu' daki Eden Fine Art epey pahalı bir yer olsa da bir gezip görmeyi hakeden; ilginç eserler barındırıyor; bana Miami' deki Britto galerilerini hatırlattı.
Eden Fine Art
Eden Fine Art
Eden Fine Art
Eden Fine Art
Epey uzun bir yazının daha sonuna geldik; blogun yazı uzunluğu rekorunu da geliştirmişiz gibi duruyor. İyi yanı şu ki 2.bölümün bu kadar uzun olması zor :) . O da yakında geliyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder