Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Şubat 2016 Pazar

Amsterdam 2015

Amsterdam

Amsterdam, bildiğiniz üzere Hollanda' nın başkenti ama dünyanın en kifayetsiz başkenti olabilir zira meclis ve hükümet Lahey' de (Den Haag) bulunduğu için ülke oradan yönetiliyor. Amsterdam, 800 binlik nüfusuyla kardeş şehri olan İstanbul' a göre hayli küçük kalıyor olsa da dünyanın en fazla turist çeken 5. şehri. Şehrin adı üzerine kurulduğu "Amstel Nehri" ve üzerine yapılan su bendi "dam"dan yola çıkarak oluşan  "Amstelredamme" dan geliyor. Amsterdam, Amstel dışında da bir kanallar şehri; bataklık üzerine kurulduğu için bunu kontrol altına almak için bu kanallar açılmış; tabi tarih boyunca bu kanallar savunma ve taşımacılık için de kullanılmış. Hollanda' da çoğu kentte kanallar bulunmasının nedeni de benzer. Bu kadar su içinde olan bir şehir için bile rakımının -2 metre olduğunu öğrenmek şaşırtıcı.

Kanal ve gezi teknesi

Bu kadar kitabi bilgi ile canınızı sıktıktan sonra şehrin gezilecek görülecek yerlerine geçelim. Amsterdam' ın en turistik bölgesi Dam Meydanı. Kısaca Dam olarak anılan bu meydan şehirdeki tarihi ve turistik yapıların bazılarının bulundururken; önemli organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor. 200 * 100 metrelik bu meydanın batı ucunda, neoklasik tarzda önemli bir mimariye sahip olan ve 1665' de tamamlanan Amsterdam Kraliyet Sarayı (Koninklijk Paleis te Amsterdam) bulunuyor. Belediye Binası (City Hall) olarak açılmış olsa da günümüzde Kraliçe tarafından kullanılıyor. Mimarı Jacob van Camper' in Roma mimarisinden esinlenerek; kuzeyde Roma tarzı bir yönetim binası yaratmak istemesiyle yapılan eser, pek çok yerde "Dünyanın 8. Harikası" olarak da anılmış. Meydanın diğer ucunda ise şehirdeki 5 tarihi kiliseden biri olan Yeni Kilise (Nieuwekerk) yer alıyor. Adı her ne kadar yeni olsa da yapılışı 15. yüzyıla dayanıyor. Günümüzde ise kilise olarak hizmet vermiyor; sergilere ev sahipliği yapıyor. Biz gittiğimizde Roma sergisi vardı. Kraliyet ailesinin taç giyme törenleri ve düğünleri de yine bu kilisede düzenleniyor.

Dam Meydanı ve Kraliyet Sarayı

Nieuwekerk

Eski Kilise (Oudekerk) adından da anlaşılacağı üzere şehirdeki 5 tarihi kilisenin en eskisi. Pek çok restorasyon geçirmiş olsa da tarihi 13. yüzyıla dayanıyor. Bu arada yalnızca 5 kilisenin değil bütün şehrin de en eski binası. Günümüzde dini törenlerin yanında kültürel aktiviteler için de kullanılıyor. Diğer 3 tarihi kiliseyi de sayarsak, bunlar Zuiderkerk (Güney Kilisesi), Noorderkerk (Kuzey Kilisesi) ve Westerkerk (Batı Kilisesi).

Oudekerk

Amsterdam deyince tabi çoğunluğun aklına kiliselerden ziyade Red Light District (De Wallen)geliyor. Aslında kanal boyunca devam eden bu sokak; gündüz doğru açıdan fotoğraflandığında tarihi evleri, nehir kenarındaki bisikletleriyle gayet nezih ve sıcak bir yer havası verebilecek olsa da tabi ki akla bunlarla değil buradaki yasal fuhuş sektörüyle gelir. 300 den fazla tek kişilik vitrinde, seks işçilerinin müşteri çekmeye çalışarak mesleklerini icra ettiği bir yer olarak adlandırılabilir en nazik şekilde ifade etmek gerekirse. :) Tarih boyunca limana yakın konumu buraya denizcileri ve fahişeleri çekerek böyle bir yapı oluşturmuş. Daha küçük örnekleri olsa da bu biricik konumuyla günümüzde şehrin turistik bir merkezi haline gelmiş. Gezerken tedirgin olmanıza gerek yok, gayet güvenli bir muhit ama tabi kızların ya da odaların fotoğrafını çekmek yasak;biz de bu riske girmedik; sokağı gündüz fotoğraflamayı tercih ettik. :)

Teyzem anlattı ben dinledim Red Light' ı :)

National Geographic' in de "En iyi 10 müze" listesinde yer alan Rijksmuseum, bu Amsterdam seyahatimizde ziyaret ettiğimiz tek müze oldu. 1800 yılında Lahey' de kurulmuş olsa da kuruluşundan sekiz yıl sonra dönemin Hollanda Kralı Louis Bonaparte (Napeleon Bonaparte' ın kardeşi) tarafından verilen emirle Amsterdam' a taşınmış.1885' de ise Amsterdam içinde yer değiştirerek; kendisi de bir sanat eseri olan Museumplein' daki şimdiki binasına taşınmış. Müze özellikle, ülkenin dünyanın sayılı güçleri arasına geldiği 1585 - 1702 yılları arasındaki "Hollanda Altın Çağı"na ait çok geniş bir koleksiyonu barındırıyor. 17,5 EUR girişiyle pek ucuz bir müze sayılmaz ama biz gittiğimize pişman olmadık. Bu arada 18 yaşından küçükler için giriş ücretsiz.




Van Gogh' un yokluktan çizdiği vesikalığı

Dünyanın ilk hipsterı


Yine Museumplein'da bulunan Van Gogh Müzesi de; Amsterdam' da mutlaka görülmesi gereken müzelerden. Adından da anlaşılacağı üzere ünlü ressamın resim ve çizimlerinin sergilendiği en büyük müze. Buraya da giriş 17 EUR. Biz 2013'deki gezimizde gittiğimiz için bu sefer pas geçtik.

Bu ikisinin yanında, yine National Geographic' in en iyi 10' unda yer alan St. Petersburg' daki Hermitage Müzesi' nin bir şubesi olan Hermitage Museum, Rembrandt House Museum ve Madame Tussauds Balmumu Müzesi de şehirdeki diğer turistik müzeler.

Malum, Hollanda' nın sembolü lale. Amsterdam'da da bu lalelerin her türlü çeşidini bulabileceğiniz, dünyanın tek yüzer çiçek pazarı olan Bloemenmarkt bulunuyor. Tabi sadece lale değil; pek çok farklı çiçek ve bahçe araç gereçleri de satılıyor. Gerçi bizim aldığımız lale soğanları yolculuk boyunca bavulda küflenmiş olduğu için ekemedik. Konum olarak da Singel Kanalı' nın üzerinde; Muntplein ve Koningsplein' in arasında kalıyor.


Bloemenmarkt

Bloemenmarkt

Amsterdam'da da semt pazarı gezmekten geri duymadık. Şehrin Oud - Zuid bölgesinde, kendi adıyla anılan Albert Cuyp Sokağı üzerinde kurulan Albert Cuypmarkt, hem şehrin hem de Avrupa'nın en büyük pazarı. Sokağa da pazara da ismini veren Albert Cuyp 17. yüzyılda yaşamış bir ressam. Taze meyve sebzeden, balığa; kıyafetten cep telefonu kılıfına kadar her şey satılıyor. Pazar tezgahlarının arkasında da etnik lokantalar ve barlar var. Turistik bir atraksiyon haline gelmiş olmasına rağmen fiyatlar Amsterdam standartlarında uygun.

Albert Cuypmarkt

Albert Cuypmarkt

Albert Cuypmarkt

Albert Cuypmarkt

Albert Cuypmarkt

 Şehrin güzel meydanlarından biri de Rembrandtplein. Adını aldığı ünlü ressam Rembrandt 1639 - 1656 yılları arasında bu meydanda yer alan bir evde yaşamış. Şimdi de meydanda ünlü ressamın demirden bir heykeli ve önünde Night Watch yer alıyor.

Rembrandt & Night Watch

Yukarıdaki paragrafta turistik atraksiyon yazınca; bu sefer gitmediğimiz ama 2013 seyahatimizde ziyaret ettiğimiz iki turistik atraksiyona değinelim. İlki Heineken Experience. Heineken adlı Amsterdam merkezli bira üreticisi, şimdi şehrin merkezinde kalan ilk fabrikasını müzeleştirerek; hem bira üretim sürecini öğrenebileceğiniz hem de kuruluşundan bugüne kadar değişen ekipmanları görebileceğiniz bir müze oluşturmuş. Özellikle bira üretimini biranın gözünden izlediğiniz; daha doğrusu arpadan bira kutusuna giden yolda direkt olarak bira olduğunuz hareketli sinema salonu kısmı çok eğlenceli. 18 EUR olan bilet fiyatına, 3 bardak bira, bir hediye kuponu ve kanal turu da dahil. Fiyat/performans konusunda bütün Amsterdam' daki en verimli turistik deneyim olmasından dolayı girişte sıra olabiliyor; o yüzden bileti sitesinden almanızı tavsiye ederim.

Heineken Experience

Heineken Experience

Heineken Experience

Heineken Experience

İkinci deneyim ise House of Bols' daydı. Burası da dünyanın en büyük kokteyl deneyimi olarak geçiyor. Bu firma jenever veya genever olarak adlandırılan ardıç aromalı geleneksel Hollanda likörünü üretiyor. Ardıç aromalı olsa da 40 dan fazla başka aromayla tatlandırılmış çeşitleri de var. Bu arada kendileri aynı zamanda dünyanın en eski damıtılmış içki markası. Sundukları deneyimde jenever ve likör üretimini öğreniyor ve üretimin 1575' den günümüze gelişimini izleyebiliyorsunuz. Burada da en eğlencelisi aromaları koklayarak ne olduğunu tahmin etmeye çalıştığınız bölüm. 12,5 EUR ücrete tadım ve turun sonundaki barda 1 adet kokteyl de dahil. Konumu da çok merkezi, Rijksmuseum ve Van Gogh Müzesi'nin bulunduğu Museumplein'da yer alıyor. Müze gezilerinden sonra biraz eğlenmek ve bir şeyler içmek için ideal.

House of Bols

House of Bols

House of Bols

Yazı uzun olduğu için burada bir mola verelim, 2. bölümde yeme içme ile devam edelim. Bonus olarak da ilgi çekici iki hediyelik eşya mağazası ve etkileyici bir kitapçı gelecek. ;)







26 Şubat 2016 Cuma

Utrecht 2015

Utrecht

Utrecht, 330 bin nüfusuyla Hollanda' nın en büyük 4. şehri. Öğrenci şehri olmasıyla biliniyor. Bu özelliği ve ortasından geçen Porsuk benzeri kanalıyla bana Eskişehir' i hatırlattı. Hollanda' nın dinsel merkezi olması ve daha sonra yerini Amsterdam' a bırakmış olsa da Hollanda' nın Altın Çağı' na kadar en önemli şehri olması sebebiyle bir çok önemli eseri de barındırıyor. Her ne kadar daha büyük şehirler olsa da Amsterdam' dan sonra en fazla kültürel etkinliğe ev sahipliği yapan şehir konumunda. Tabi bunda 1636 yılında kurulan ve Hollanda' nın en büyük eğitim kurumu olan Utrecht Üniversitesi' ni barındırmasının rolü büyük.

Utrecht Üniversitesi

Utrecht' de gezilecek-görülecek yerler listesinin başında Hollanda' nın en yüksek çan kulesi olan Domtoren (Dom Tower) geliyor. Şehir merkezinde, şehrin her yerinden görülebilen bu kuleden daha yüksek bina yapılması yasak. Gerçi orada da son yıllarda bu yüksekliğe yakın binalara izin verilip verilmemesi tartışılıyormuş; umarız verilmez de şehrin silüetini modern binalar ele geçirmez. Kulenin şöyle de ilginç bir özelliği var; normal şartlarda Dom Kilisesi olarak da bilinen Saint Martin Katedrali' nin çan kulesi olması gerekirken bugün ondan ayrı olarak tek başına duruyor. Bu katedralin tarihi Utrecht' de 630 yılında inşa edilmiş bir şapele dayanıyor. Yangın ve çeşitli sebeplerle bu şapelin yerini yenileri alsa da 1254 yılında 5 kilisenin birleşmesiyle oluşacak bir inşaat başlıyor. Bütçe sağlanamadığından inşaat hiç bir zaman tamamlanamıyor. 1674 yılındaki kasırga da katedralin orta kısmını yok ediyor bu nedenle şu an katedral ve çan kulesi meydanın karşılıklı iki tarafından birbirini izliyor (Yalnız kalan kule ile ilgili kesin Sunay Akın' ın güzel bir hikayesi vardır. :) ). Domplein (Dom Meydanı) olarak adlandırılan bu meydan da kilisenin yıkılmasından sonra ortaya çıkmış.



Dom Church


Domtoren

Şehrin, diğer önemli sembolü de ortasından geçen kavisli bir kanal olan, benim de yukarıda Porsuk Çayı' na benzettiğim Oudegracht. Şehrin tarihi merkezi; Rhine Nehri'nin ana kolu olan bu kanal etrafında kurulmuş. Şimdi de nehrin iki yanındaki cadde pek çok cafe, restaurant ve mağazaya ev sahipliği yapıyor.

Oudegracht

Yeme içme kısmına geçersek, burada sadece yarım günden biraz fazla vakit geçirebildiğimiz için gastronomik açıdan üst düzey lezzetler tatma şansımız olmadı ama yine de önerebileceğimiz iki mekan var. İlk olarak; daha önce burada bir süre yaşamış bir arkadaşımızın önerisi olan bir İtalyan fırını var, Broodje Mario. Pizza, makarna, calzone gibi klasik İtalyan lezzetlerinin yanında salata ve çeşitli tatlılar da sunan küçük ve sevimli bir mekan. Önünde bir kaç masası olsa da daha çok insanların paket olarak  ya da yol da atıştırmalıklar aldığı bir yer. Biz memnun kaldık, ayak üstü atıştırmalıklar için tavsiye ederiz, adresi Oudegracht 130-132.

Broodje Mario

Broodje Mario

Donkere Gaard 11, adresinde bulunan De Vingerhoed adlı lokanta ise tesadüfen rastladığımız ama memnun ayrıldığımız bir yer oldu. Özellikle çorbalarının meşhur olduğunu öğrenerek günün çorbasını tattık. İçinde nohuttan, kuş başı dana etine; erişteden havuça kadar bilimum içerikle aşure gibi bir çorba olsa da son derece lezzetli ve doyurucuydu. Sunumla ilgili takdirimizi toplayan hoşluk da 3 çeşit taze ve lezzetli ekmek ve tereyağı ile beraber sunulmasıydı.

De Vingerhoed

De Vingerhoed



Gezimizin son yazısı Amsterdam olacak; tabi gezi süresinin neredeyse yarısını bu şehre ayırdığımız için uzun bir yazıya hazırlıklı olun. :)

25 Şubat 2016 Perşembe

Gouda 2015

Gouda Şehir Meydanı

Yolumuzu Gouda' ya düşürmemizin nedeni tahmin edebileceğiniz üzere peynire olan ilgimizden kaynaklandı. Gouda peyniri "yıkanmış teleme" olarak sınıflandırılan bir tür yumuşak peynir. Fakat bu tanımın tam olarak yeterli olmadığını söylemek gerekir. Gouda peyniri dendiğinde daha çok farklı alt türleri barındıran geniş bir tür kastediliyor. Zira yıllanma sürecinde peynirin tadı, kokusu ve dokusu değişiyor. 2 yıllık bir gouda için yumuşak peynir demek mümkün değil. Bu arada "edam" dan farklı olarak Hollanda bu peynirin isim tescilini alamamış bu nedenle dünyanın herhangi bir noktasında üretilen peyniri "gouda" olarak etiketlemek mümkün.

Gouda

Şehre geçersek ilk olarak hayal kırıklığına uğratabilecek bir bilgi vererek başlayalım. Her ne kadar peynire adını verse de günümüzde şehirde önemli bir peynir üreticisi bulunmuyor. Fakat ilkbahar-yaz döneminde merkezde peynir pazarı kuruluyor ve yine merkezde peynir müzesi de var.

Gouda Cheese Market (alıntı)

Gouda,70 bin nüfuslu oldukça küçük ve sevimli bir şehir. Erasmus' un da memleketi olduğu söyleniyor (Rotterdamlılar da kendi hemşerileri olduğunu söylüyor :) ). Gezmek için yarım gün yeterli; biz aynı gün hem Gouda' ya hem de Utrecht' e gittik (Buradan sıradaki yazının hangi şehir olduğuna da bir ipucu olsun:) ).

Gezilecek yerlere gelirsek; hemen hemen her şey şehir merkezindeki meydanın etrafında toplanmış durumda. Bu meydanın merkezinde de 1450' de inşa edilmiş olan gotik tarzdaki Town Hall geliyor. Gerçekten etkileyici bir mimari; Hollanda çapında da en eski ve ihtişamlı yapılardan biri.

Gouda City Hall

Onun dışında görülmesi gereken yerler Sint Janskerk (Aziz John Kilisesi), Gouda Müzesi ve The Waag (weigh house).

Peki buraları gezdikten sonra nerede oturup bir şeyler atıştırıp; kahve içebiliriz derseniz yine meydanda cumhuriyetimiz ile yaşıt Grand Cafe Central bulunuyor.

Grand Cafe Central

Son olarak peynir dışında buradan ne alalım diyenlere de cevabımız "stroopwafel". Starbucks'larda da gördüğümüz, Hollanda' da oldukça popüler olan, iki ince dilim bisküvi ve arasındaki karamel şurubundan oluşan bu tatlının çıkış yeri de Gouda.

Stroopwafel

Oldukça fotojenik bu sevimli şehirden sonraki durağımız Utrecht olacak...

Yine bir Benelux şehri, yine kanal :)

Brüksel 2015


Brüksel
 
Brüksel, iki milyona yakın nüfusuyla Belçika’ nın hem başkenti hem de en büyük şehri. AB Komsiyonu ve AB Bakanlar Konseyine’ de ev sahipliği yapıyor. Brüksel bir Flaman şehri olmasına rağmen nüfusunun %80’ inin anadilinin Fransızca olmasıyla Flaman denizinde bir Fransız adası olarak nitelendiriliyor. Yine kardeş şehirlere bakarsak, burası da Ankara ile kardeş şehir. 
 
Şehrin sembolü Manneken Pis yani İşeyen Çocuk. Kopenhag’ın sembolü olan Denizkızı’ nın boyutları 1 metre 20 cm ile hayal kırıklığı yaratıyorken; bu çocuğumuz onun dahi yarısı boyutunda; yalnızca 61 cm. İlk versiyonu 1388’ de yapılsa da günümüze ulaşan heykel 1619’ da tekrar yapılmış. Heykelin çıkışıyla ilgili çeşitli rivayetler mevcut  (bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Manneken_Pis. ) Bu arada çocuğumuza Noel, şampiyonluk kutlamaları gibi günlerde farklı kıyafetler de giydiriyorlarmış.
 
 
Manneken Pis
 
Manneken Pis Anderlecht şampiyonluğunu kutluyor. (Alıntı)
 
Önemli mimari eserlerden biri 11. Yüzyılda gotik mimari anlayışıyla yapılan St. Michael & St. Gudula Katedrali. Katedral ile kilise arasında ne fark var derseniz; katedralin dini amaçla kullanılmasının yanında papaz ya da piskoposun bürokratik bir merkez olarak da kullanması. 
 
 
St. Michael & St. Gudula Katedrali
 
Galeries Royales de Saint Hubert, 170 yıllık bir kapalı çarşı. Galerinin içinde sanat eserlerini gezebilmenin yanında içindeki hediyelik dükkanlarından alışveriş de yapabilirsiniz. Hiç bir şey almayacak olsanız da sırf mimarisi için dahi görülmeye değer. 
 
Galeries Royales de Saint Hubert
 
Grote Markt ve bu meydanın bir cephesinde yer alan Hotel de Ville de Bruxelles (City Hall) görülmeye değer. 
Gezimiz boyunca en büyük  Christmasmarket de tahmin edileceği üzere Brüksel’ deydi. Grote Markt’ dan başlayıp sokaklarca devam ediyordu. 
 
Hotel de Ville de Bruxelles
 
 
Christmasmarket
Christmasmarket'ın haritası
 
Brüksel Çizgi Roma Müzesi (Centre Belge de la Bande Dessine), Brüksel’ de en eğlenceli noktalardan biri. Pazartesi kapalı olan müzer diğer günler 10:00-18:00 arasında açık. Özellikle Belçika kökenli çizgi romanlar Tenten, Red Kit (Lucky Luke) ve Şirinler’ in olduğu bölümler çok ilgi çekiyor.  
 
 
Brüksel Çizgi Roman Müzesi
 
 
 
 
 
 
1958 Dünya Fuarı için Andre Waterkey tarafından yapılan ve şehrin diğer sembolü sayılan atom modeli, Atomium’ un yanına gitmesek de önünden araçla geçerken görebildik. Bu nedenle fotoğrafını internetten alıntılıyorum. 
 
Atomium (Alıntı)
 
 
Aynı bölgede yer alan, bizim Miniaturk benzeri Mini Europe’ a ise girme gereği duymadık; daha geniş vakti olanlar belki gitmek ister. 
 
Speculaas (speculoos); spice (baharat) kökünden türemiş Belçika’ nın meşhur tarçınlı ve karamelize esmer bisküvisi. Belçika’ da bisküvinin yanında çikolatadan dondurmaya kadar pek çok ürünün içinde görmek mümkün hatta  Nutella gibi kavanozda sürülebilir şekilde de satılıyor. Lotus markası ile Türkiye’de de satılıyor.
 
Maison Dandoy ve dev speculaasları
 
1829 tarihinde kurulan Maison Dandoy adlı pastane bu bisküvileri en iyi yapan yer olarak tanınıyor. Farklı şekilve türlerde çeşitleri mevcut; isterseniz hazır paketlerden alabilir ya da arzunuza göre karışık bir kutu yaptırabilirsiniz. Brüksel’ de 6 adet şubesi mevcut. Biz bisküvilerimizi Rue au Beurre 31 adresindeki tarihi fırından aldık. Burada oturacak yer yok ama hemen yan sokaktaki Rue Charles Buls 14’ deki şubesine giderseniz burada nefis waffle lardan da tatmanız mümkün. Burada hem Brüksel hem de Liege tipi waffle servis ediliyor. Brüksel tarzı daha kabarmış, çıtır çıtır bir lezzet. Liege ise daha çok elde yenilen; bizde de Abbas’ ın waffle ını andıran bir lezzet. Biz karşılaştırmak için ikisini de sipariş ettik Brüksel waffle tartışmasız daha iyiydi. Yalnız burada sıcak çikolatanın ayrıca servis edilmeyip, ürün üzerine dökülerek gelmiş olması çıtırlığını azaltmıştı. Belki bu nedenle, biz Brugge’ da Lizzie’s Wafels’ de yediğimizi bunun bir tık üzerine koyduk. 
 
Brüksel waffle vs. Liege waffle
 
De Noordzee / La Mer du Nord taze balık ve deniz ürünleri konusunda uzmanlaşmış büyük bir büfe. Oturacak yeri olmasa da kaldırımdaki kokteyl masalarını boş görmek zor. Balık-ekmek dışında, balık çorbası, midye ve istiridye gibi çeşitler var. Tabi akla bizdeki balık-ekmek konsepti gelince; yan masada beyaz şarap eşliğinde istiridye yiyenleri görmek ilk etapta insanı şaşırtıyor. Biz buraya geldiğimizde pek aç değildik ama yine de özellikle tavsiye edilen balık çorbasını içmeden geçmedik. Kıvamı da lezzeti de son derece başarılıydı. İyi yapılmamış balık çorbalarındaki hoş olmayan koku da yoktu. Serin havada içimizi ısıtması da cabası.
 
 
Mer du Nord / Nordzee

Balık çorbası
 
 
Aksum Coffe House, Brüksel’ dekinin yanında Paris ve Londra’ da da şubeleri olan 3. Nesil bir Etiyopya kahvecisi. Kahve çeşitlerinin yanında Senegal bitki çayları, Güney Afrika şarabı ya da Etiyopya birası gibi Afrika’ya özgü farklı lezzetler de sunuyorlar. Kahve çekirdeklerinin hepsi Etiyopya kökenli olsa da harar, kebado dara, shakiso, limu, sidamo ve yirgacheffe gibi farklı türde kahve çekirdekleri arasından seçim yapabiliyorsunuz. Kahve kalitesini hissetmenin zor olduğu latte dahi farkını hissettirecek kadar iyiydi. Yalnız deneysel seçimim olan espresso ve %17 alkollü marula kreması yapılan amarula kahvesi damak tadıma hiç hitap etmedi; geleneksellikten çok fazla uzaklaşmamakta fayda var. :)
 
 
Aksum Coffee House

Latte & amarula
 
 
Ne telaffuzu ne de bakmadan yazması mümkün olmayan bir isme sahip olan Poechenellekelder, Brüksel merkezde yer alan hem Ratebeer’ da hem de Trip Advisor’ da tavsiye edilen bir bar. İsmine tezat şekilde; yer tarifi çok kolay; Brüksel’ in sembolü Manneken Pis (İşeyen Çocuk) heykelinin hemen karşısında kalıyor. Mekanda bira çeşidi gayet tatmin edici ama Brüksel merkezde bu çok fark yaratan bir özellik olarak ortaya çıkamıyor. O yüzden bu mekanda asıl fark yaratan biraz karanlık ve kasvetli olsa da orijinal dekorasyonu. Yemekler uçmuyor ama hayal kırıklığına da uğratmıyor. Özellikle gelmeye belki değmez ama Brüksel turunda yorulduğunuzda mola vermek için iyi bir durak. 
 
 
Poechenellekelder
 
Çikolata deyince, Belçika’ da bu işin zirvesi Pierre Marcolini. Oldukça pahalı olan bu çikolatacının şehirde pek çok şubesi karşımızıa çıktı. Kiloyla almak biraz bütçeyi sarsar ama biz tattığımız çikolata ve makaronlarını çok beğendik. 
 
Pierre Marcolini

Pierre Marcolini
Uçaktan iner inmez gitmemizle kronolojik olarak ilk sırada yer alsa da; yazının sonunda kendine yer bulabildi Vini, Birre, Ribelli. İŞİD’ in Paris saldırılarının hemen akabinde ve Brüksel’ de 4. Seviye terör alarmı verildiği dönemde bir bira-şarap-yemek festivaline gitmek çok akıllıca görünmese de böyle bir organizasyona da katılmış olduk. 125 şarap ve bira üreticisi ile 2300 katılımcının katıldığı bu organizasyon King Baudouin Stardyumu’ nun Büyük Resepsiyon Salonu’ ndan yapıldı ki demek bu saldırılar da olmasa stadyumun tamamını dolduracakmış katılımcılar. :)
 
Belçika bölümünün sonuna geldik, bundan sonrasında da Hollanda bölümünde Amsterdam, Utrecht ve Gouda ile devam edeceğiz...